If you had a freeway billboard, what would it say?

SMILE

Genel içinde yayınlandı | , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Hayatımın Hikayesi

06.02.2023. Ne olduğunu anlamadan yataktan fırladım. Saatten haberim yok. İskenderun Ramada otel 13. katta 1303 numaralı odadayım. 5 Şubat akşamı geldim otele. Yukardaki fotoğrafta görünen binanın sola, denize bakan, cadde tarafındaki köşe oda ancak bize görünen tarafta değil diğer tarafta. Otel 5. Temmuz caddesinin üzerinde. Bir yanında deprem başladığında hemen yıkılan Pera rezidans, diğer yanında 5-6 katlı vergi dairesi binası var.

Bir sallantı var ve gittikçe hızlandı. tarif edilemez sesler duyuyorum. Dengemi bulmak için kollarımı ileri uzatıp yatağı ayak ucuna yürüdüm ne yaptığımı bilmeden. Garip sesler ve uğultular var. Sanki birisi alttan alttan TAAK TAAK kuvvetlice vuruyor ve başka birisi de sallıyor bir o tarafa bir tarafa, eğilen bükülen metal sesleri var şiddetlice. Pencerelerden gökyüzünün mavi-beyaz ışıklarla sürekli parladığımı görüyorum. Deprem! Ayakta durmak mümkün değil. Uykudan yeni fırlamışım, kollarımı ileri uzatarak adım atmaya çalıştım. YETEEER YETEEER diye bağırıyorum. Yana savrularak sağımdaki duvara vurdum ve yere düştüm sırt üstü.. İki pencere var odada. Biri caddeye, otelin girişinin olduğu tarafa bakıyor, diğer ise otelin sağındaki kısa binaya. Vergi dairesi orası. Gökyüzünün sürekli bembeyaz ve masmavi aydınlandığını görüyorum. (Aşağıdaki ışıma fotoğrafları Instagramdaki bir videodan aldım, bir vatandaşın kamerasından. Videoyu yükleyemedim buraya. .İskenderun’dan eve döndükten sonra sürekli youtube ve IG’da sürekli deprem videoları, fotoğrafları seyretmekten kendimi alamıyorum. Bu sayede daha önce kaldığım Adıyman Iasos otel ve Maraş Saffron otelin de yerle bir olduğunu öğrendim…)

Çok gürültü var, çok yağmur yağıyor olmalı sürekli aydınlanan pencerelerden havada uçuşan beyaz şeyler görüyorum nasıl bir yağmursa artık, ancak gök gürültüsü yok?

Yerdeyim.Güçlükle başucumdaki komidinin üzerinde duran gece lambasına ulaştım sürünerek. Zorlukla düğmesini buldum, ellerim titriyor. Lambayı yaktım ama çok sürmedi elektrik 10 sn sürmedi lamba yandı söndü yandı söndü. Korkunç sarsıntı var. Sesler geliyor sanki binanın içinde dev bir hançer sokuluyor gibi, anlatılamaz. Hala dizlerimin üstündeyim, başucumdaki komidinin üstünden telefonumu aldım. sırtım duvara dayalı durdum. Gözlüğümü bulmam lazım, bina çok kötü sallanıyor sağa sola öne arkaya ayırt etmek mümkün değil. Buraya kadarmış demek hayat. Pencerelerden beyaz mavi ışıklar çakarken sürekli bir şeyler uçuşuyor amma yağmur yağıyor diyorum çok yüksek sesli bir hışırtı var, neden gök gürültüsü yok diyorum. Banyodan şangır şungur sesleri geliyor.

Gözlüğümü bulmam lazım. Titreyen ellerimle telefonun ışığını açabildim, sürünerek yine komidine doğru ilerledim, gözlük komidinin altına düşmüş. Aldım onu. Dışarı çıkmam gerek, hala sallanıyor bina, sağa sola yatıyor. çatırtılar gürültüler, bina yıkılırsa yaşamam mümkün değil. ve her an yıkılacak gibi sallanıyoruz görüyorum duvarları gökyüzünün ışımaları arasında. Birden iğrenç bir ses geldi sanki devriliyoruz, öyle bir çatırtı koptu. Çıkmam gerek odadan. Yağmur var diye botlarımı ayağıma geçirdim, uzunca siyah montumu da askıdan zorla alabildim. . Bütün bunlar kaç saniyede oldu bilmiyorum Sürekli pencerelerde beyaz mavi ışıklar, gacır gucur seseler ve ayakta durmak mümkün değil. Karanlıkta bir yerlerden, banyodan yere düşen şeyler, gece lambalarının falan sesleri geliyor. Bir de büyük gümbürtü kopunca tamam dedim bu yıkılıyor. bu iş burada biter. Odadan çıksam bile nafile.

Son anda bilgisayarımı da çantasına tıkıp kapıya yöneldim. Ancak kapı açılmadı! Asla açılmadı, kesinlikle açılmadı. Lanet kapı! Kapı metal, çerçevesi metal. Açıl, açıl Allah’ın belası!. Kapıyı asla açamayacağımı anlamam uzun sürmedi. Köşe odadayım 13.kat. Bina o kadar sağa sola öne arkaya yattı ki metal kasa ve metal kapı deforme oldu ve çıkmam mümkün değil diyor mühendis kafam! Bu iş burada biter. Bilgisayar çantam yanımda kapının dibine çöktüm. Yine şiddetli sarsıntı, bitmek bilmiyor. Elimde telefon önce eşime deprem oldu çok şiddetli ben iyiyim diye yazdım. B.k iyiyim diyorum içimden, ardından odada sıkışıp kaldığımı da içeren 5-6 mesaj daha yazdım. Hiç biri gitmedi; oraya buraya mesaj yazmaya, aramaya çalışıyorum ki söyleyeyim odada mahsur kaldığımı!. Lakin telefon hatları internet, wi fi vs 60 sn içinde gitti. O ilk darbe 90 saniye civarında sürdü. Kapının dibine çöküp kaldığımda artçılar vuruyordu.. Otel yönetimine ulaşmak zaten bir masal, onlar ilk sarsıntıda zemin kattan doğruca dışarı kaçmışlardır diyorum. Dahili telefon çalışmıyor hiç bir şey çalışmıyor sallanmaya devam devam ediyoruuz.

Bir kaç kez daha kapıya saldırdım Yok, mümkün değil. Çöktüm dibine kapının bilgisayar çantamı yanıma koyup. Telefon elimde sürekli birilerine ulaşmaya çalışıyorum boş yere, nefes nefeseyim. Sallanmaya devam, pis pis sesler geliyor. Yapacak bir şey yok. O sesler anlatılamaz. Anlaşıldı, biradan bina göçer…

Nefes nefese kapının dibinde yerde otururken birden aklıma bilgisayarın kablosunu çantaya koymadığımı anımsadım. Çökmüş olduğum kapı dibinden zorlukla kalktım, bina oynarken kabloyu karşı duvar dibindeki masanın üzerinde gördüm. O yerdeki kara şey de ne? Duvardaki koca TV ekranı yere inmiş boylu boyunca. Bundan gelmiş o iğrenç çatırtı demek. Komidinlerin n üzerinde duran gece lambaları da yerde. Kenarından dolanıp masaya gittim kabloyu aldım dönüp çantaya tıktım. Odanın bir resmini çekeyim bari. Çektim, olmadı, tekrar çektim. Saçma sapan bir şey çıktı zira odanın içinde sanki kar yağar gibi bir şeyler uçuyor. Sonradan anladım ki tavan vs kopan sıva, boya parçacıkları uçuşmakta imiş.

Bu arada gökyüzündeki ışımalar da kesildi ortalık zifiri karanlık. Artçılar durmuyor. Kapının dibinde nefes nefese otururken hiper tansiyonum olduğu aklıma geldi. Kalbim acayip çarpıyor, bayılacak gibiyim. Bir müddet sonra dedim ben tansiyon ilacımı yutayım. Kalktım nefes nefese ilacı buldum su da yanında, devrilmiş ama sağlam. İlacı içtim. Yerime döndüm. Telefonla meşgulum deli gibi ama ı ıh, ölü…

Biraz daha vakit geçti, ter içindeyim, sakin olmam gerek diye sakin olmaya çalışıyorum. Yapacak da bir şey yok. Eşyalarımı toplayayım bari. Kalkıp valizi açtım ve 6 saat önce dolaba özenle yerleştirdiğim her şeyi valize tıktım aceleyle. Dönüp oturdum valizi de yanıma alıp nefes nefese. Sürekli de artçılar vuruyor. Nasıl oldu ise tam karşımda yerde yatağın ayak ucunda yerde duran Adidas ayakkabılarımı gördüm. Kalkıp onları da tıktım valize, tekrar oturdum nefes nefese. Sonra aklıma ilaçlarımı olduğu küçük poşet geldi, kalkıp onu da aldım tıktım valize. Sonra sandayede duran yelek vardı, onu da aldım oydum valize. Tekrar su da içtim. Oturdum kapının dibine yine, şapkam da başımda telefonla bir yerlere birilerine ulaşma derdindeyim aralıksız, çıldırmak işten değil.. Bu arada arada bir sallanıyoruz ama artık onu sallamıyorum. Bu iş burada biter, Nazım geliyor aklıma.

Bilmiyorum ne zaman geçti, aklıma pencerelerden bağırıp yardım istemek geldi, zamandan haberim yok, telefonu sürekli kontrol ediyorum, ölü. Vergi dairesine bakan pencereden baktım, açılıyor ama orada kimse olmaz! Otelin ana giriş kapısının olduğu caddeye bakan pencere de açılıyor, kelebek tabir edilen türden pencereler. Alt taraftan açılıyor . Açıp aşağıya baktım. Garip bir sessizlik ve olmaması gerek karaltılar var karşı sol çaprazdaki emniyet müdürlüğü binası tarafında. Aşağıda, yolda birileri var bir takım ışıklar…Umutsuzca seslendim aşağıya telefonun feneri açıp sallayarak:

“Burada sıkıştım, kapı açılmıyor, yardım edin banaaaa!” Bir müddet sonra ses geldi aşağıdan:

“Tamam tamam , kıpırdama yardım geliyor” diye yanıt geldi

Yahu kıpırdayacak halim mi var sanki ölecem işte burada. Aşağıdan ağlama sesleri, çığlıklar geliyor sanki uzaktan…

Bekle, bekle, bekle….Telefon yok, mesaj yok, internet yok, yok, yok yok…Çaresizlik böyle birşey. Deli gibi birilerine ulaşmaya çalışıyorum ki odadan çıkamadığımı bildireyim, ama yok, yok, yok!

Bir müddet sonra yine pencereye gidip yine seslendim aşağıya doğru. Bu sefer bir fener ışığı yukarı doğru çevrildi. Hah gördüler beni! Ama gelen yanıt aynı, “Bekle yardım gelecek”. dönüp oturdum yine kapının dibine. Bilgisayar çantam seyahat çantam üstünde orada yerde oturuyorum. Cüzdan, cepte, telefon elimde. Bina yıkılırsa kurtulmam mümkün değil, çantalarımı yanımda bulurlarsa cüzdan telefon falan cepte hemen anlarlar kimliğimi, ne biçim adammış bu be herşeyini de toplamış derler diye düşünüyorum arada bir. Hala aynı şeyi düşünüyorum.

Yardım falan gelmedi! korku içindeki insanlar nasıl girsinler o binaya ta 13.kata kadar? Ter içinde nefes nefeseyim.

Arada bir kapıya girişiyorum, ama nafile…Umudu kestim. Oturuyorum. Telefonla arada bir mesaj gönderiyorum, beni arıyorlar vs ama iletişim mümkün değil. Bir başka deyişle binanın yıkılmasını bekliyorum. Hayatta beni bulamazlar yıkılınca…Telefon saat 05.30 diyor. İlk mesajı gönderdiğim saat 04.17 falan.

Arada bir telefon çalışır gibi oluyor, mesaj geliyor. Benim mesaj gidiyor falan filan…. Sonra otel idaresine bildirdik sizi kurtaracaklar diye bir mesaj geldi bir de cep telefonu numarası arayayım diye, otel idaresinin imiş. Yahu otel idaresi kimbilir nerede diyorum ama yine de bir arayayım diye bir heves…

Birden koridordan “Burada kimse var mı? diye bir ses geldi!.

“Aha!” dedim, demek ulaştılar otel yönetimine, birisi beni kurtarmaya geldi. Ayağa fırladım, bağırdım kapıya vurarak.

Beni o mahsur kaldığım odadan Azerbeycanlı bir arkadaş kurtardı, kapıyı o kırdı. Otel görevlileri vs kimse yoktu ortada. Pencereden baktığımda aşağıdan çığlıklar geliyordu karanlıktan. Fotoğrafta görülen, otelin diğer yandaki 10 katlı bina burularak yola devrilmiş. Yeni bir bina idi o. Pera rezidans. Lüks konutlar diye satıldı. Ben pencereden bağırıyorum burada kaldım diye cevap yok veya “bekle bekle yardım geliyor! ” Kapının altından oda kartımı istedi dışardan denedi kilidi açmak için ama, yok mümkün değil. Kapıya birşeylerle vuruyor. Sonradan öğreniyorum ki tekmeliyormuş. Ben ise içerde bir otel görevlisinin elinde bir şeyle vuracak kapıyı açmaya çalıştığını düşünüyorum. Sonra “Bu böyle olmayacak” diyerek gitti. O an “Aha gitti kaldım burada” diye düşündüm. Arada bir de sallanıyoruz. Biraz sonra İlhan geri geldi ve kapıya daha sert vurmaya başladı. 15 dakika uğraştı kapıyı kırdı. daha doğrusu kapı kırılmadı da iyice deforme olarak açılmasını sağladı İlhan. Çantalarımı kaptığım gibi dışarı fırladım. hala onu otel görevlisi sanıyorum. Odadan çıkınca kim olduğun sordum.

“İlhan ben” dedi, “Azerbeycanlı İlhan”.

” Azerbeycan mı? Ne >Azerbeycan’ı ya?” Onu otel görevlisi sanıyorum ya…

“İlhan ağabey, İlhan adım , Azerbaycanlıyım ben” dedi. Meğer otelde konukmuş o da, 7.katta kalıyormuş. Seyhat çantamı kaptı elimden ve 13. kattan merdivenlerden inmeye başladık. Her yer tavandan, duvarlardan dökülen molozlarla, beton parçaları ile dolu. Atlaya zıplaya iniyoruz. Nefes nefeseyim. 6.kata kadar birlikte indik. O katta da bir Avustralyalı var dedi İlhan, onu kurtaralım. Avustralyalının odası yine köşe oda ancak yıkılan Pera rezidans tarafında.

O kapıyı tekmelemeye başladı ancak mümkün değil! Ben bir sehpa bulup geldim. Onunla vurmaya başladı. Ben o sırada bir duvarın dibine çöktüm nefeslenmek için, hipertansiyon tepiyor zira. “Tansiyon var bende İlhan” dedim. O bana “Sen git abi bekleme burada” dedi nefes nefese. Sonradan öğreniyorum ki 14.katta da birisini kurtarmış. Adam yorgun artık. “Sen git ama beni burada unutma” dedi.

Ben inmeye başladım telefonun ışığında molozların arasından 6 kat daha nefes nefese elimde iki çanta…Kaç kat indiğimi bilemez oldum. Lobiye açılan kapıyı zor buldum. . Binanın dibindeyim. Belki de bodruma indim diyorum. Bina yıkılsa bittim. Zorla kapıyı bulup lobiye çıktım ancak lobi tanınacak gibi değildi. Ramada’nın çok büyük bir lobisi vardı. Her yer karanlık bilemedim neredeyim her yerde tozlar uçuşuyor kar fırtınası gibi. Zorlukla lobinin yola açılan cephesini boylu boyunca kaplayan pencereleri seçtim. Dışarı attım kendimi çantalarımı sürükleyerek . Karşı kaldırımda, emniyet müdürlüğünün yanındaki boş arazide bekleşen 6-7 kişiyi seçtim. Yağmur ve soğuk… Onlara doğru ilerledim. Elinde fener olan birisi

“Oooo, geri dönüp eşyalarınızı bile almışsınız” dedi!

“Ne geri dönmesi yahu, daha yeni çıkıyorum dışarı” dedim, ” Depremin başından beri içerdeyim ben!”

Karanlık, soğuk ve yağmur. Telefon çalışmıyor. Saat 06.00’ya geliyor. Biraz bekledim orada, ne kadar bekledim bilmiyorum. Tam karşımızda otel binasının arkasına kıvrılarak yıkılan Pera rezidansın artık orada olmadığını göremedim. Orada yağmurun altında öylece duruyoruz. Neden duruyoruz bilmiyorum. İlhan’ı da unutmuş olmalıyım. Sonra kuru bir yer bulmalıyım kahve içmeliyim kendime gelmeliyim…düşünceleriyle hareketlendim ve emniyet müdürlüğü binası tarafına doğru yürümeye başladım. Her yer karanlık, telefonun ışığında yürüyorum . EM binasından sonra bir karaltı belirdi yolda. İnlemeler, bağırışlar…tek tük el fenerleri. Büyük bir karaltı var yolda. .Emniyet müdürlüğünün binasına bitişik olan , altında gelinlik mağazası olan koca bina yola devrilmiş. Ama sanki geçilecek bir yol kalmış gibi kaldırımda. enkazla duvar arasında. İlerliyorum devasa enkaza doğru, karşıdan birisi geliyor, ” Geçit var mı?” diyorum. Duymadı beni, gözleri fal taşı gibi açılmış geçip gitti yanımdan. Daha fazla ilerleyemedim enkazın molozları arasından. Geri dönüp bir sokağa saptım. O sokaktan ilerleyerek ana caddeye çıkmak niyetim. Denize doğru inip cadde üstünde solda kösede, daha önceleri kaldığım Hataylı Oteli var 4, 5 katlı. Onun altında yakın tarihlerde kafe tarzı bir yer açılmıştı. Orası şimdi açılmıştır, girer otururum, kahve içerim kendime gelirim diye düşünüyorum.

Binalardan dökülen molozlara dikkat ederek Tayfur Sökmen caddesine çıktım ve dönüp ilerlemeye başladım denize doğru., kaldırımlarda molozlar. kahve içmem lazım. . Caddede çok trafik vardı. İlerledikçe trafik arttı. Sağda, Ramada otele dönen 5 Temmuz caddesinin başına kadar yürüdüm. Orada ufak bir park var sokağın hemen başında. Park ise kendi üzerine yıkılan, altında gelinlik mağazası olan , emniyet müdürlüne bitişik binaya bitişik. Feryat figan…ortalık karışık, bina kendi üstüne yıkılmış. Ahali parkta şaşkın vaziyette dolanıyor, saat 06.00 gibi karanlık ve soğuk.

Parkın karşısında ise Hataylı Otel var, yani benim bulunduğum noktanın solunda ve caddenin karşı tarafında. Gidip altındaki kafeye sığınma planım olan otel. Bakıyorum, bir daha bakıyorum ancak göremiyorum, gördüğüme inanmak istemiyorum. Otel orada ancak ilk kat yok olmuş! Evet tekrar baktım Hataylı Otel o bina ama ilk kat yok artık, binanın ilk katı yıkılmış ve diğer katlar sağlam olarak oturmuşlar ilk katın üstüne.

Mühendis kafamdan hızla “kesinlikle o kafeyi yapmak için kolonları kestiler” düşüncesi geçiyor. Kahve işi yatar…

Çantalarımı sürükleyerek sokağın karşısına geçtim. Park sağımda. Biraz yürüdüm, sola caddeye bakarak. Deniz kenarındaki bu uzun caddede kafeler vb var ve şaşkın kafam açık kafe arıyor. Sular var caddede. Yağmur çok yağdı ondandır dedim ve geri dönüp parktaki bir banka oturdum. 50 mt önümde 5 Temmuz caddesine doğru ve kendi üstüne yıkılan bina enkazı. Onun yanındaki bina da Bahçeli Sahil Evleri sokağına doğru ama yine kendi üzerine çökmüş. Enkazların etrafında şaşkın şaşkın dolaşan insanlar.. yağmur ve soğuk, ağlamalar, feryatlar, karanlık.

Yukarıdaki fotoğrafta sol üst köşede önce vergi dairesi sonra Ramada, hemen yanında çöken Pera rezidans daha sonra da emniyet müdürlüğü binası ve onun sağında da yıkılmış binaların enkazları…Enkaz ile su altındaki cadde arasındaki yeşil alan ise oturduğum park. Caddenin sağında ise Hataylı otel sağ alt köşede.

Orada ne kadar oturdum bilmiyorum. Yağmur hızlanınca yer değiştirdim, daha kuytu ve bir banka geçtim kimsenin oturmadığı. Terden üstümdeki eşofman ıslanmıştı. Çantamı açıp üstüme bir şeyler daha geçirdim, kışlık siyah montumu tekrar giydim. Bembeyaz olmuştu. Yıkılan binaların tozu oturduğum bankı beyaza boyamış meğer. Yağmur yağıyor, sığınacak yer bulmalıyım…Hala karanlık. Ortalık araba ve ağlayan, oraya buraya giden insanlarla dolu.

Bir kahve olsa…Çantalarımı sürükleyerek Atatürk caddesine ilerledim. Su vardı caddede. Deniz tarafındaki kaldırıma geçerek kaşı kaldırımdaki Starbucks hizasına kadar yürüdüm ancak su kaldırım hizasını aşmaya başladı. Altımdaki eşofman yağmurdan ve yükselen sulardan güzelce ıslandı. Starbucks falan da kapalı! Çaresiz geri döndüm yürüdüğüm yolu. Parkın önünden geçerek Tayfur Sökmen caddesinden yukarı doğru yürüyorum. Hataylı otelin yanından devam eden 5 Temmuz enkazdan kapalı ve o cadde dar girilmez. Tayfur Sökmen caddesini de su basıyor yavaştan . Caddeyi kaplayan suya bata çıka karşı tarafa geçtim ve 5 Temmuz caddesinin daha üst tarafında olan henüz su basmamış bir sokağa daldım. Bir şekilde İskenderun balık pazarı yönüne yürüdüm. Dün akşam yemek yediğim Çapa balık evi ve diğerlerinde hasar vardı. Belediye binasına doğru ilerlemeye başladım. Yürüyorum sokak aralarından belediyeye doğru Hah, tamam! Belediyenin karşısındaki Petek pastanesi açmıştır, orada kahve içerdim. İnsanlar sokakta boş bakışlarla yürüyor. Kaldırımdaki parke taşları bir tuhaf oynamış, tamirat mı var nedir? Bu kadar da olur mu, adım başı taşlar sökülmüş…?

Arada bir çantam kaldırımda bir yere takılıyor, bakıyorum kaldırım taşları yerinden havalanmış bayağı havalanmış. Yollarda çatlaklar, yukarı doğru bükülen asfalt kaplamalar. Kaldırımlarda orada burada öbek öbek iri ıslak kum toprak anlayamadığım birikintiler, çamur gibi. Bunları neden dökmüşler buralara yahu ne saçma diyorum çantalarımı üstlerinden zorla çekiştirirken. Çantam çamur içinde kaldı diye söyleniyorum Sonradan öğrendim ki onlar zemin sıvılaşması ile yer altından yüzeye fışkıran kum- toprak vs. Onlarcasının üstünden geçtim. Petek vs hepsi kapalıydı doğal olarak. Petek’i de geçip yürümeye devam ettim. Sonra durup geri döndüm ve geriye Petek pastanesi yönüne doğru yürümeye başladım.

Bu kahve hayali yüzünden ne kadar süre yürüdüğümü bilmiyorum ama iyi oldu yürüdüğüm. Bir yandan “Oğlum deprem oldu sabahın körü bu saatte kim açar şimdi ortalık berbat” diyorum bir yandan da kahve içerecek yer arıyorum ve hatta “şimdi İzmir olsa kahveler açık olurdu insanlar işe giderken içerler” diyorum. Şok geçiriyorum farkında değilim. Tuvalete gitmem gerek ama gidecek bir yer yok. Belediye binasının hemen yanındaki sokağa sağa saptım. Sokağın ilerisinde bir kilise vardı, yola doğru enkazı yayılmış. Oralarda bir otelde kalmıştım yıllar önce adı Grand Akçalı. Otelin yan tarafındaki sokak kafelerle doludur. Tabi kafeler kapalı, kahve yattı yine. Büyük bir meydana bakan otel ise açıktı. Küçük lobiye kendimi attım. karanlık çünkü elektrik yok. Buz gibi hava. Lobide 5-6 kişi var, ifadesiz yüzlerle oturuyorlar. Oturabilir miydim acaba ben de ? Bir kanepeye çöktüm. Meydanın öbür ucunda büyük bir bina enkazı vardı, kendi üstüne çökmüş, üstünde insanlar bir şeyler yapma derdinde…Sürekli ambulans sesleri var. Aşağıdaki fotolar Grand Akçalı’nın önünden ve 5. katından.

Saat sanırım 10.00. telefonlar, internet vs hala ölü. Elektrik, su ve doğal gaz yok. Tuvalete gittim. Lobinin arka tarafında üstüme kuru bir şeyler giyebildim. Hava buz gibi, lobi kapısı korkudan hep açık.

Grand Akçalı oteli 5 katlı. Bu eski binada sıva çatlağı bile yoktu. Lobide öylece oturduk bilmem ne kadar süre. Sonra ikinci deprem geldi çok şiddetli olarak. Kapını önüne fırladık hep birlikte. Bina bunu da atlattı. Lobiye çöktük yine. Telefonlar elimizde. Karşımda koltukta bitkin oturan gence birisi bir şey sordu. Yukarıdaki fotoğrafta görünen bina çöktüğünde fırlayıp enkazdan iki kişi çıkarabildiğini, üçüncüsüne ise kurtarmakta geç kaldığını cevabını aldı. Bitkin , öylece oturuyor karşımda. O binalar yeni imiş, 5-6 katlı binalar.

Otel görevlisi olan bir Leyla hanım var. Depreme rağmen sabah çıkmış gelmiş. O durumda, saat 13.00 gibi, 5.kattaki lokanta kısmına çıkıp bize, 5 – 6 kışı idik omlet, mercimek çorbası, ekmek peynir domates vs yemek hazırladı. Ben saat 04.17 den beri ayakta idim. Yiyip tekrar aşağı lobiye indim. Otelin sahibi olan birisi geldi. PAC meydanının dümdüz olduğunu söylüyor, bilemiyorum o an neresi olduğunu. Telefonumu şarj etmem gerektiğinden dışarı çıkıp bir yerler aradım. Her yer kapalı. ortalıkta henüz AFAD vs kimseler yok. Şaşkın şaşkın dolaşan insanlar var benim gibi. Elektrik, su, ekmek hiç birşey yok. Otelin bulunduğu meydanın bir başka tarafında La Perla Butik Otel var. Oraya gidip baktım, jeneratörle elektrik vardı. Çantalarımı alıp La Perla’ya taşındım. Buranın lobisi daha büyük, oturacak yer çok. Burada da şiddetli artçı sarsıntılar hiç kesilmedi akşama kadar. Otelin mutfağından ve yandaki humusçudan arada bir gelen kısıtlı yiyecek içecekle idare ettik hep birlikte. Ortalığı dolaşanlar şehirde büyük yıkım olduğunu söylüyor, ortada yardım ekibi yok henüz doğru dürüst. Yukarıdaki enkaza öğleden sonra askerler geldiler 15- 20 kişi. Ama ellerinde hiç bir ekipman yoktu. Halat lazım, kriko lazım diye dönüyorlar ortalıkta. Komutanları yorulan, acıkan erlere su ve yiyecek bir şeyler bulabilmek için etrafta deli oldu. Nasılsa açık bulduğum bir bakkaldan aldığım bir paket çikolatayı verdim, otelden ekmek, peynir su ne buldu ise aldı götürdü erlere…

Akşama kadar devlet yoktu ortada. Yağmurlu ve soğuk havada çaresizliğin dibinde akşama kadar bekledim diğer insanlarla birlikte. Sokakları dolaşıp enkaz fotoğrafı çekmek içimden gelmedi, utandım.

Telefon, mesaj ve whatsapp öğleden sonra çok zorla zaman zaman kesik kesik çalıştı. İletişim nerede ise yoktu Akşam oldu, otelin önündeki geniş kaldırım seviyesine yükselmeye başladı sular. Şeh,rden çıkmam gerek ama bir şey yapamıyorum…Hava karardı.

Eşimin İzmir’den arayarak ulaşabildiği İskenderunlu bir taksi şoförü güçlükle saat 19.00 gibi otele ulaşarak beni aldı. Şehirden çıkmamız 20 dakikayı buldu çatlayan, bozulan, göle dönen yollar nedeniyle. Nihayet Adana’ya vardığımızda saat 21.30 olmuştu.

Ben şanslıydım. Beni, otelin 14. katında ve 7 katında mahsur kalan diğerlerini kurtaran 7. kattaki İlhan da…İlhan, yani Azerbeycanlı İlham Vahidov da şanslı idi.

İlham depremde otelin önündeki caddede beklerken benim el telefonumun ışığını, yardım çağrımı duyan insan. Yan taraftaki vergi dairesinin güvenlik personeli ve emniyet müdürlüğünden birilerine ” Bakın adam yukarda kalmış gidip alalım” dediğinde “Olmaz çok tehlikeli AFAD’ı bekleyelim” cevabını almış. “Sizde izin isteyen mi, var, bunu hiç konuşmamış olalım, beni görmediniz bilin” vb yanıt vererek girmiş binaya. Molozlarla dolu ve artçılarla sallanan merdivenlerden 15. kata kadar çıkmış kimse var mı diye seslenerek. 14.kattan birisini kurtardıktan sonra 13. kattan beni kurtardı. 6.kattaki Avustralyalı’yı da dışardan yardım isteyerek kurtarabilmiş.

İlham’ı sonra bir şeklide buldum arkadaşlarımın aracılığı ile. Eve döndükten sonra bir iki gün içinde Azerbeycan TV kanalları sayesinde görüşme imkanımız oldu.

Yaşam içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

İskenderun İncisi

Yıllardır İskenderun’a giderim. Sanırım 2003 yılından itibaren pandeminin çok yaygınlaşmaya başladığı 2020 yaz aylarına kadar düzenli gittim. İki-üç ay kadar önce (2022 yılı Ekim ayı?) bir toplantıda konu gezip görmeye, değişik lezzetlere, seyahat etmeye gelince ben İskenderun’dan da bahsettim. Şimdi adını anımsayamadığım bir arkadaş da İskenderunlu çıkınca konuşma derinleşti yemek konusunda. Zira İskenderun’da nefis, taze deniz ürünleri, künefe, humus var başka yerlerde zor bulunan.

Bu sohbet sırasında, İskenderun’a gittiğimde konakladığım otele yakın bir küçük lokanta-kafenin bahsi geçti ve mutlaka uğramam önerildi. Makzume ailesinin imiş. Bu toplantının yapıldığı tarihte İskenderun’a tekrar gitme şansımın olacağına dair en ufak bir fikrim yoktu. Öneriyi hafızama kaydettim ve işimize geri döndük.

O toplantıyı başka firmalarla başka toplantılar izledi arka arkaya; günler, haftalar geçti, gitti.

Sonra, aniden geçtiğimiz Aralık ayında İskenderun’a gitme konusu gündeme geldi ve hızla kesinleşti. Seyahat tarihi yaklaşınca aklıma o küçük lokanta-kafe geliverdi, lakin ne oranın adını, ne bana öneren kişiyi, ne hangi toplantıda bu konunun geçtiğini anımsayabildim. Tek aklımda kalan küçük ve sevimli olduğu ve yeri. Canım sıkılmadı desem yanlış olur. Ha, bir de lokantanın kurucusunun bir hanım olduğu ve Makzume’nin (Lyonel Makzume) kızı olduğu aklımda kalmıştı. Makzume ailesi deniz taşımacılığının önde gelen isimleri arasında olarak hafızamda kayıtlı idi zaten.

Bir Pazar günü akşam üstü Adana havalimanından beni alan şoför arkadaşla İskenderun’a doğru yola koyulduk. Yıllardır beni getirip götüren şoförümle sohbet ederken aklıma söz konusu restoran-kafe geldi. O her şeyi bilir. Kendisine durumu anlattım. Adını bilemedi ama yerini tarif edince “Evet öyle bir yer var, otele de çok yakın, otele giderken önünden geçelim, göstereyim” dedi.

İskenderun’a vardığımızda hava kararmıştı. Limana doğru dönüp denize yaklaşınca Atatürk caddesine, sağa döndük. Burası Ramada otele çok yakın. Hep yürüdüğüm yerler. Caddenin sonuna doğru sağda Cafe Flör yazısını gördüm kapalı bir kapının üzerinde. Hiç hayat işareti yoktu. O an, işletmenin sahibesi olan kişinin yakın zamanda rahmetli olduğunun söylendiği aklım ageldi geldi bana burayı öneren kişi tarafından. Hay Allah! Belki de kapanmıştı artık sahibesi vefat edince. Otele gidince Internet’ten kontrol ettim ve Cafe Flör’ün Pazar günü kapalı olduğunu öğrendim.

Pazartesi günü çalışmakla geçti. Akşam yemeğinden sonra soluğu Flör’de aldım. Açıktı bu kez. Hava serin olmasına karşın kapının önüne konmuş olan iki üç masada oturanlar vardı. Kapıyı tereddütle açarak içeri girdim. Girişte, solda oturan iki kişi dışında kimse yoktu içerde. Sıcak ve yumuşak bir atmosfere girdim ve yavaşça ileride, kasada oturan genç adama doğru ilerledim.

Biraz sohbet ettik. Cafe Flör hakkında bilgilendirdi beni. Cafe Flör, vefat eden hanımın kızı tarafından işletiliyor şu anda. Kahve söyledim ve bir köşeye oturdum. Bakın, aşağıda, kahvem sehpanın üzerinde. Yanında da fıstıklı bir pasta var, adını unuttum; pasta desen pasta değil, kek de değil, cheesecake miydi acaba? Her neyse, güzel bir şeydi. 🙂

Oturduğum yerden karşı çapraz duvardaki Marilyn Monroe’ya merhaba dedim. İnsanı rahatsız etmeyen bir müzik çalıyordu.

Burası bana, neden bilmem, yıllar önce Paris, Saint Germain’de bir Pazar günü aç biilaç lokanta ararken (çoğu yer kapalı idi) tesadüfen görüp de girdiğimiz Le Procope adlı eski (Paris’in en eskisi) kafeyi anımsattı. (bkz. https://selcukaytimur.wordpress.com/2013/02/19/tesaduflere-dair-le-procope/) 2014 yılından beri düzenli olarak gidip gelmeme rağmen İskenderun’da Cafe Flör’ü keşfedememiş olmam tuhaf! Deniz ürünlerini ve künefeyi çok sevdiğim için akşamları Petek pastanesi ve balık pazarında geçirmem yüzünden başka yer aramadım büyük olasılıkla. Yanlış yapmışım. İskenderun’da Cafe Flör’e benzer yerlerin çoğalması güzel olur, sadece denize bakan caddelerde değil, iç kısımlarda da…

Ertesi akşam yine Cafe Flör’e gittim yemekten sonra. Işıklandırma ve renk uyumu çok iyi.

Cafe Flör’de yemek yemek kısmet olmadı. Belki ilerde olur, kimbilir? Bu yazıyı yazdığım sırada İskenderun’a tekrar gidip gitmeyeceğime dair en ufak bir fikrim yok.

Hayat çok tuhaf. Paris’e ilk gittiğimde 2 gün kalmıştım sadece ve sonra tekrar gidip gitmeyeceğime dair hiç bir fikrim yoktu; lakin tekrar tekrar gittim. Bu gidişlerin birinde Le Procope’da yemek yiyeceğim, ve hatta hep severek okuduğum ünlü gazeteci Leyla Erduran ile orada burun buruna geleceğime dair de hiç bir fikrim yoktu!

İskenderun’a yolunuz düşerse Cafe Flör’e uğrayın, pişman olmazsınız.

Seyahat, Yaşam, Yemek içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Bir başka askerin anıları

Instagramda gezinirken “frthncl” adını kullanan bir mimari tasarımcının mesajına denk geldim dün. İlk satır kendi annemi, babamı ve dedemi anımsattığı için notlarını hızla okudum. Okuyunca da buraya almadan edemedim.

Soldaki fotoğraf o rahmetli dede asteğmen iken çekilmiş. Başka da bir bilgim yoktur. frthncl adlı Instagram kullanıcısının izni ile rahmetli dedesinin anısını aldım; Instagramda kaybolup gitmsine razı değilim.

“Annemin vefatından sonra evini boşaltıyoruz, dedemin anılarını bir karton kutu içinde toplamış anacığım…..

Annemin vefatından sonra evini boşaltıyoruz, dedemin anılarını bir karton kutu içinde toplamış anacığım…..

Hiç bilmediğimiz bir anısı vardı bugüne dair😢…..

“‘O yıl bütün kışı Afyonkarahisar civarındaki tepeliklerde, ovalarda geçirdik, “zeminlik “ dediğimiz çukurlar kazıyorduk, üzerini ağaç dalları, çalı çırpı ile örtüyor, nispeten ılık olan zeminliklerde uyuyorduk geceleri, Afyonun o müthiş soğuğunda…..

Yaz geldi, bizim hiçbir bilgimiz yok, ne olacağına dair….Sürekli talim yapıyoruz…..Halk İstanbul ve Ankara’da gazeteleri biriktirip, cepheye yolluyorlar, nasıl makbule geçiyor anlatamam…..

Ara ara evlerimizden gelen mektuplar dağıtılıyor, eşlerimizden ailelerimizden, okuma yazma bilen hanım az, çoğunlukla bilenlere yazdırılmış mektuplar bunlar…..

Mektubunu alan bir köşeye çekilip sessiz sessiz ağlıyor, mektup alamayanlar mahzun….

Teğmenler, Yüzbaşılar ayrı ayrı toplanıp savaşın gidişatı, ülkenin ne olacağı konuşuluyor…..

Yine böyle bir mektup günü, Eskişehir’li teğmen arkadaşımız Seyfi ki bizden büyüktü 25 yaşlarındaydı, bir köşeye çekilmiş mektubunu yaşlı gözlerle okuyordu, mektup elinde yanımıza geldi ‘Bakın arkadaşlar, hanımımdan mektubu size okumak istiyorum ‘ dedi…..

Alışılmış birşey değildi bu..Sessizce dinlemeye koyulduk…..

‘Seyfi, bu nasıl savaştır böyle, üç çocuğun yüzüne hasret, anne bizim babamız öldü mü diyorlar, seni görseler tanımayacaklar, ne zaman döneceksiniz, artık bıktık ‘…..

Daha fazlasını okuyamadı…..

Bize dönüp, “çocuklarımın yüzünü bende unuttum, bir daha görebilecek miyim, ümidimi kaybettim artık” dedi….

Yıllardır savaşmaktan bıkmıştık, çoluğumuza çocuğumuza hasret kalmıştık, daha ne kadar kalacağımızı da bilmiyorduk…..

17 Ağustos akşamı Dişli köyünden hareketle bütün gece batı yönüne yürüdük….Gündüzleri saklandık…Nereye ne maksatla gittiğimizi bildirmiyorlardı…..

Her gece değişik yönlere doğru yürütülüyorduk…

23 Ağustos sabahı Efesultan köyünde, bizim taarruza geçeceğimiz açığa vuruldu….

Eşya ve ağırlıklarımızı burada bırakıp, Kocatepe kuzeyinde kuytu bir yerde geceyi geçirdik…24-25 Ağustos’ta da son hazırlıklarımızı tamamladık….

Hazırlıklarımız tamamdı…..Sabahı beklemeye koyulduk….Ortalık ağarırken hepimiz uyandık….Zaten çok az uyuyabilmiştik….Artık ‘’Başla’’ işaretini verecek ağır top atışını beklemeye koyulduk……
Heyecandan olacak vakit gelmişde top atılmıyor gibi geldi bize…. Taarruzun erteleneceğinden endişeleniyorduk…Artık bu iş bitsin diyorduk…İmtihan kapısında gibi suskun beklemeye koyulduk…
Başla işaretini veren ilk topun atılmasıyla yerimizde duramaz olmuştuk….Düşman siperleri allak bullak olmuş, toz duman içinde kalmıştı…

Sakarya savaşlarında mermisizlikten tek top atışı duymayan, subay ve erlerimiz saklanamaz bir heyecan içinde….

’’ YARABBİ BİZİMDE TOPLARIMIZ BÖYLE GÜRLEYECEK Mİ İDİ?’’ Diye sevinçle bağırıyorlardı…..

Alacakaranlıkta tel örgüleri atlaya atlaya, süngü döğüşü yapa yapa ilk cepheleri yardığımızda hava aydınlanıyordu,

Birinci hat düşman mevzilerini ele geçirmiştik.. Bu başarı nasıl ve ne kadar zamanda kazanılmıştı, o heycan içinde anlayamamıştık….

Arkamızı dönüp sisli ovaya baktığımızda, heryer ölü ve yaralı düşman askeri ve bizim askerlerimizle doluydu…..

Olayın vehametini o zaman anladım….

O sırada onbaşı sayım yapmış yanımıza geldi :

“12 er ve Eskişehirli Teğmen Seyfi şehit düştüler komutanım “ dedi…..

Hepimiz kahrolduk, içine doğmuştu sanki…..

Üzülmeye bile vaktimiz yoktu….Bir emirle, koşar adım yola devam ettik, İzmir’e kadar…

Her 26 Ağustos’ta Afyon Kocatepe’deki anmalara katılıp sevinçle o günü kutlarken, sevgili arkadaşım Eskişehirli Teğmen Seyfi’ye yanarım….😢😢😢fh ”

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

1. KALİTE KONGRESİ ve LOREN EISELEY

.

Zaman geçip gidiyor. Yaşananların bir kısmı insan hafızasında kalıyor, çoğu unutuluyor. Bazılar anılar silinmiyor ama çok derinlere gidiyor. Çok derinlere giden anılar bir gün uygun bir şekilde tetiklenirse ortaya çıkarlar.

Eskiden pilot çanta denen bir çantam vardı. 1995 yılı veya sonrasında almış olmalıyım. Şimdikiler gibi altı tekerlekli, çek çekli bir çanta değil. Denetimlere, danışmanlık toplantılarına bu çanta ile giderdim. Henüz notebook kullanımı yaygın olmadığından denetimlerde, danışmanlık toplantılarında notebooku etkin kullanmak pek mümkün olmazdı. Bu pilot çantanın içine doldururdum ihtiyaç duyacağım her şeyi. 2000 yılından sonra pilot çantayı yavaş yavaş pek kullanmaz oldum. Çanta, bilgisayarda olmayan, önemli ve aradığımda hemen bulmak istediğim dokümanları sakladığım mini arşive dönüşerek benimle gezdi veya yakınımda durdu. Sonra uzak bir köşeye gitti. Sonra bir şeylerle içi dolu olarak bir dolaba girdi. Ev değiştirdi, içi arada bir kontrol edilerek “Ha, tamam” dendi ve yeniden dolaba kondu. Daha sonraları, daha seyrek olarak arada bir, beklediği yerde göze çarpınca tekrar içine bakılıp “Aaa! bunlar da buradaymış bak” dendi ve tekrar yerine kondu çanta.

Bu çantanın 1. kalite kongresi ile ne alakası var diyenler olabilir şimdi; biraz sabrederseniz geliyorum oraya.

Üç gün önce bu ünlü çantanın bulunduğu dolapta bir şey arayıp bulmam gerekti. Dolap dediğime de eskilerin yüklük dediklerine benzeyen bir şey. Aslında o bir gardırop. Yerden tavana kadar yükseliyor ve duvardan duvara kadar uzanıyor. İçi de derin. Aradığım şeyi dolabın üst rafında. çantanın yanında buluverdim üst kapağı açınca. Çantayı da biraz ittirmem gerekti sağa doğru. Ne ağır şeymişti bu yahu! Ne vardı acaba içinde? En son ne zaman kontrol ettiğimi anımsayamadım bile. Çantanın yanında bir çanta daha vardı. Kalın karton ve plastikten uyduruk bir şey, ağzı sıkıca bağlı. O da ağır. Üstünde durduğum taburede yeri sağlamlaştırıp pilot çantayı ve diğerini dikkatlice alıp indirdim yere. Ne ola ki bunların içinde?

Hızlı bir kontrol yapıldı ve artık varlığını bile unuttuğum, geçmişte kendine göre kıymeti olan bazı şeyler saçıldı ortaya. Bunlardan iki tanesi işte bu yazının asıl konusu.

Bu yukarıdaki iki şey 12 Kasım 1992 tarihinde 1. kalite kongresi yapıldığında katılımcılara veya kongrede emeği geçenlere anı olarak dağıtılmıştı, tam anımsayamıyorum. Ben o zamanlar, genel sekreterliğini Selim Güven’in yaptığı Kalite Derneği’nde çok aktif idim; kongreye de katılmıştım. Kalite Deneği’nde geçirdiğim yıllara ilişkin anılarım için bakımız https://selcukaytimur.wordpress.com/2010/11/04/turkiyeden-kalite-manzaralari/ başlıklı yazı dizisi.

Küçük masa süsünü çok sevmiştim ve yıllarca çalışma masalarımın süsü olmuştu; 1990-1995 arasında Vestel Kalite Güvence Müdürü olarak, 1995-99 arasında Bureau Veritas Ege Bölge Müdürü olarak çalıştığım yıllarda ve daha sonra 1999-2008 arasında kendi ofisimde. Anlamlı bir hikayesi de var. Yanlış anımsamıyorsam, kongreye katılan IBM Türkiye “Deniz Yıldızının Hikayesi” adlı bir sunum yapmıştı. Masa süsündeki film karesinde görünen eli sola doğru uzanmış insan figürü sahilde, kumun üstünde sıcak güneşin altında can çekişen deniz yıldızlarını denize fırlatan bir insanı canlandırır. Çerçeve içinde de aynı hikaye paralelinde deniz yıldızları var.

Deniz yıldızının hikayesini ilk kez 1. Kalite Kongresi’nde duymuştum. Bazı şeyler insanın hücrelerine nüfuz eder. Masa süsünü unutmuştum pilot çantanın içinde, ama çağrıştırdıklarını unutmadım.

Masa süsüne bakarken hikayeyi tekrar okuma arzusu belirdi içimde bunca yıl sonra. Hem kim yazmıştı bunu canım!? Internet üzerinde araştırırken önce bildiğim hikaye, sonra çocuk versiyonları, adaptasyonlar karşıma çıktı. Sonunda “Deniz Yıldızı” hikayesinin Amerikalı antropolog, eğitimci ve filozof Loren Eiseley‘in Yıldızı Atıcısı (Star Thrower) adlı 16 sayfalık hikayesinden uyarlandığını buldum. Meraklısı için bağlantı http://www.learning-living.com/2014/08/the-star-thrower-original-loren-eiseley.html. Hikaye “Beklenmedik Evren” adlı kitabında yer alıyor Eiseley’in. Eieseley ise şurada: https://www.wikiwand.com/en/Loren_Eiseley. Nereden nereye? Profesör Eiseley’in aklına mı gelirdi bir hikayesinin bir ülkenin ilk kalite kongresinde bir sunuma konu olacağı?

Masa süsünü ve yanındaki çerçeveyi hala saklayan var mıdır merek içindeyim? Dernekte bir örneği var mıdır onu da merak ettim şimdi.

Ben masa süsünü saklamaya devam edeceğim.

Yaşam içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Inanna’nın Kızı, Sokaktaki Güzel Kız, !

Bu kez bir başka Sümer kil tabletinde yer alan başka bir büyü konumuz.

.

Bu Sümer büyüsü/şiiri de filolog profesör Andrew George tarafından önce Latin harfleri ile yazılarak düzenlenmiş. Ancak bu tabletteki satırlar bozuk/yanlış olduğundan ortaya anlaşılır bir metin çıkmıyor.

Şiirin ikinci ve yedinci dizelerinde adları geçen Inanna Sümer aşk, seks, bereket ve savaş tanrıçasının, Enki ise su, bilgi, zeka ve yaratıcılık tanrısının adı; bunu da bilelim. Eski bir Ingilizce sözcük olan “Harlot” ise fahişe demek. Fahişe ile tanrıça aynı şiirde yan yana nasıl oluyor derseniz eğer Inanna’nın seks, aşk savaş, gök gürültüsü ve savaş tanrıçası olduğunu anımsatırım.

Tanrıça İnanna
Tanrı Enki

Neyse ki aynı şiiri içeren iki başka tablet sayesinde (Massachusetts ve Edingburgh müzelerinde) bu şiirin anlaşılabilir bir çevirisini yapmak mümkün olmuş aşağıda görüleceği gibi. Soldaki metin ilk tabletten elde edilen metin, sağdaki ise aynı şiiri içeren ve sağlam olan başka iki tabletten elde edilen metin.

Soldaki bozuk tabletten, sağdaki ise sağlam tabletlerden olmak üzsdre Ingilizce’ye şöyle çevrilmiş bu eski Sümer büyüsü:

Dizeleri çevirecek ve iyi kötü şiir haline getirecek kadar İngilizce biliyorum ama bunu burada yapamayacağım ve şiirin sokaktaki bir fahişeye, aşk, seks, savaş, yağmur, gök gürültüsü tanrıçası İnanna’ya da seslenerek dizilen bir övgü olduğunu söylemekle yetineceğim. Anlayanlar, anlamayanlara anlatsınlar gerisini!

Genel, Şiir içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Bul Beni!

Aşağıdaki kil tablet Mezopotamya’da yapılan kazılarda buılunan onbinlerce tabletten birisi. Sadece British Museum’da 130.000 tablet varmış müzenin müdürlerinden Asurlog/Sümerolog Irwing Finkel’in söylediğine göre. Binlerce başka tabletin de başka müzelerde, koleksiyoncularda bulunduğu malum. Bu tabletlerin büyük kısmı düzenli kazılarda ortaya çıkarılmış, ancak kaçak yapılan kazılarda çıkarılan tabletlerin piyasası çok yüksek olunca 19 yy ve 20 yy başlarında rasgele yapılan kazılarda bulunan tabletler oraya buraya dağılmış haliyle.

Tabletler Ninova, Assur, Babil, Ur, Uruk, Lagaş, Nippur, Kiş, Zabalam, Umma, Eridu başta olmak üzere Mezopotamya’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış. Adı geçen bu ve Mezopotomyadaki başka şehirler önce Sümer (M.Ö 4100-1750) ardından Akad, tekrar Sümer, sonra Asur (M.Ö. 2000- 600) ve nihayet Babil (M.Ö. 1895-530) şehirleri olmuşlar. Sümer, Akad, Asur ve Babil imparatorluklarının tarihi iç içe geçmiş durumda.

Akkadian Incantation

Sümer dili ve Akad dili farklı. Sümerlerin dili, Akad egemenliğine geçince yavaş yavaş ortadan kaybolmuş ancak sonra yeniden canlanmış yeni Sümer döneminde. Sümer ve Akad dillerinde binlerce tablet yazılmış bir tarafı Sümer bir tarafı Akad diline tercüme edilmiş metin içeren. Akad döneminde Sümerlerden gelen bilgiler, metinler, tabletler, efsaneler, inanışlar korunmuş.

Bu yıl Ocak ayının başında bir operasyon geçirince 10 gün kadar evde kalmam gerekti. Youtube kanallarında bale, klasik müzik, quantum mekaniği, kozmoloji seyretmekten sıkılınca yukarıda adı geçen Irwing Finkel ile tanıştım önce British Museum kanalında. Finkel çok eğlenceli birisi. Arkeolojiye, antik tarihe meraklıysanız şiddetle öneririm. Ardından bir sürü Sümer tarihi, Asur tarihi Babil tarihi videoları buldum. Bunları kil tabletlerin okunması, içerikleri vs izledi. Hepsi çok ilginç bilgiler meraklısı için.

Profesör Andrew George’un videolardan bir tanesi çok ilgimi çekti. Bu yazının konusu da o: Akad döneminden kalan Sümer dilinde yazılmış bir aşk büyüsü! Büyü olduğunu ben söylemiyorum.

Aşağıdaki foto yukarıdaki tabletin Latin harflerine çevirisi. Profesör Andrew George’un söylediğine göre bu bir kadının ağzından yazılmış.

Aşağıdaki ise tabletteki metnin İngilizce’ye kelime kelime çevirisi. Benim dikkatimi çeken de önce bu çeviri oldu; zira bu bir şiir adeta ve çeviri kelime kelime (literal).

Tabletteki metnin daha düzgün bir çevirisi var aşağıda. Daha özenli bir çeviri bu Sümer’ceden İngilizce’ye. Kelime kelime değil de tabletteki metnin anlamı korunarak çeviri yapılmış. Bu çeviriler filolog profesör Andrew George’a ait.

Yukarıdaki tabletin İngilizce çevirisini görüne hoşuma gitti ve Türkçe’ye çevirsem nasıl olur acaba dedim. Dedim ve orada kaldım. Çeviri istediğim gibi olmayınca meslektaşlarımdan Niran Bahçekapılı Thompson’a danıştım. Niran yılların edebiyat çevirmeni. ve iyi bir çevirmen. İyi ki danışmışım. Onun desteği ile yukarıdaki şiiri/Akad-Sümer büyüsü Türkçe’ye aşağıdaki gibi çevrilmiş oldu. Daha iyi çeviren olursa onu da bilmek isterdim.

BUL BENİ

Yoldum otu, dikeni, artık asma keseceğim!

Söndürdüm suyla azgın ateşimi

Sev beni kuzularını sevdiğin gibi,

Ara beni sürünü arar gibi!

Bul beni!

Yazıyla ilgili youtube video bağlantısı meraklıları için aşağıda:

Şiir içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Denetimler ve Denetçiler Üzerine

Bu yazıda biraz denetimlere ve denetçilere değineceğim.

İç denetim bir sistemin olmazsa olmazıdır. İç denetimler tüm yönetim sistem standartlarının gerekliliğidir.

Bir sistem belirlenmiş bir amaç ve hedefler doğrultusunda hareket eden elemanlar (alt sistemler) bütünüdür. Bunu şöyle de ifade edebiliriz : Bir kuruluş misyonu ve vizyonu doğrultusunda çalışan süreçlerden oluşur.

Kuruluş (sistem) belirlenmiş bir amaç ve doğrultuda hareket edecekse, alt sistemlerin, süreçlerin ve daha küçük parçaların da bu harekete hizmet edecek biçimde düzenlenmiş ve çalışıyor olması gerekir.

İç denetimleri işte tam da bunun için yani süreçlerin, ve parçalarının amaca uygun olarak düzenlenmiş ve çalışmakta olduğundan emin olmak için yapıyoruz. (Bunu görmek için başka mekanizmalar da gerekli ama şimdi konumuz değil onlar)

Bir kuruluşun hedeflerine erişmesi üzerinde etkisi olan taraflar mevcuttur. Bu taraflardan kaynaklanan konular hedeflere erişme yeteneğini olumlu veya olumsuz etkiler, ne kadar ve nasıl bir etki olacağını kestirmek zordur ancak tahmin yürütülebilir. Yani bir belirsizlik söz konusu. Belirsizliğin hedeflere erişim üzerindeki etkisini de risk olarak tanımlıyoruz. Hedefleri belirleyen(ler) bu hedeflere erişme yeteneği/yetenekleri üzerinde oluşabilecek iyi veya kötü etkileri ve bunlara neden olan faktörleri de yönetmek durumundadırlar değil mi? Akşam işten çıkıp trafikte eve gitme hedefinizi, elektrikli süpürge ile evi süpürme hedefinizi veya 2023 yılı sonuna kadar üretim kapasitenizi 3 katına çıkarma hedefinizi vb düşünün… Denetimin amaçları içinde işte bu risklerin nasıl yönetildiğini doğrulamak da var kuruluşun hedeflerine erişmek ne gibi planları olduğunu doğrulamak da…

Denetimin amacı deyince…Yukarıda yazıldı ama başka bir şekilde tekrar yazalım: denetimin amacı / hedefi kuruluşun planlanan kendi düzenlemelerine, ilgili standart gerekliliklerine uygun olarak çalıştığının tarafsız ve nesnel kanıtlara dayalı olarak doğrulanmasıdır. Denetimin hedefi bu olunca, denetçinin hedefi de bu tabii. Ek olarak denetim zamanında yapılmalı, raporlanmalı ve etkin olmalıdır.

Denetimin hedeflerini böyle koyunca, hedeflere erişimin iyi yönetilmesi gerekir; bu hedefler üzerinde etkisi olan belirsizlikler mevcuttur. Denetim birbiriyle etkileşimi olan faaliyetlerden oluşan bir süreç olarak düşünülürse planlama, raporlama, bilgi toplama, kayıt tutma, gözlem yapma, konuşma, iletişim faaliyetlerinin hepsi birbiriyle etkileşimdedir ve iyi yönetilmeleri gerekir. İyi yönetimin de riskleri ve fırsatları göz önünde tutmak anlamına geldiğini yukarıda belirtmişti.

Denetimin veya denetçinin hedefleri üzerinde etkisi olan iç taraf denetçinin bizzat kendisidir. Dış taraflar olarak ise denetlenen kişi(ler) ve ortam şartları söylenebilir.

Denetçinin kendisinden kaynaklanan iç konular:

  • uykusuzluk
  • yorgunluk
  • açlık
  • yükseklik korkusu
  • içkili olma veya bir önceki akşam çok içki içmiş olma
  • karşı taraftan hoşlanmama
  • saygısız olma
  • özel nedenlerden kaynaklanan sinir, üzüntü, huzursuzluk, gerginlik vb
  • bedensel rahatsızlıklar (baş ağrısı, nezle vb)
  • vb

Dış taraflardan kaynaklanan konular

  • Denetçinin kendisinden kaynaklanan tüm konular, ancak bu sefer denetlenen kişide
  • gürültü
  • sıcak
  • toz
  • uygun olmayan aydınlatma
  • ortamın gergin olması
  • sürekli itiraz
  • çok bilmişlik
  • “siz bu konuyu bilmezsiniz, ben size bir anlatayım”
  • sistemin denetlemeye uygun olmaması
  • vb

Yukarıdakilerin tamamını yakınlarda vermiş olduğum bir eğitimde anlattım denetimin etkinliği üzerine konuşurken. Aşağıdaki şema da o sırada ve denetçinin dikkatli olması gereken konulardan bahsederken çizildi. Buyurun size hem balık kılçığı analizi ve hem de risk değerlendirme.

Not: Bu yazı için bana yardımcı olan Beste Yörü’ye teşekkür ediyorum

Yönetim içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Bir Askerin Anıları 16…Emeklilik…ve Zor Yıllar

NOT: Çanakkale savaşında ve Kafkas cephesinden iki madalyalı dedem Vehbi Aytimur başarılı bir asker olmuş. Önce Osmanlı ordusuna sonra da Türkiye Cumhuriyeti ordusuna sadık bir asker olarak yıllarca hizmet etmiş 30 yıl süre ile, 1914 yılından 1943 yılına kadar. Albaylığa terfi beklerken emekliye sevk edilmesi dedemi çok üzmüş. 5 çocukla, emekli olduktan sonra genç cumhuriyette doğru dürüst bir iş bulup para da kazanamamış düzenli olarak. Bu düzensizliğin aile yaşamını hırpaladığını ve dedemi çok üzdüğünü biliyorum babamın anılarından. Hayatı cephelerde savaşarak ve sonra da yıllarca o şehirden bu şehire savrularak kışlalarda geçen bu vatanına sadık, dürüst ve gururlu asker genç denebilecek bir yaşta, 59 yaşında, 1953 yılında hayatını kaybetmiş. Ben dedemi hiç görmedim. Sanırım kalp krizinden. Anılarının burada yayınlamayacağım bölümlerinde de emekli olduktan sonraki yıllarda çektiği sıkıntıları, yaşadığı üzüntüler, gittikçe artan göğüs sıkıntılarından bahseder.

BALA

21 Nisan 1943 de Ankara’ya geldik ve 22 Nisan da Bala’ya gittik. On beş gün kadar Nami beylerde misafir kaldık, bilahare evi temizleyip yerleştik. Altı ay kadar boş gezdim. Sonra tahmin memuru olarak verilen mıntıka da köyleri gezip hububat tahmin miktarlarını yazdık. Biraz para aldık. Bilahare Çiğdemli köyü ölçek memuru oldum. Oradan Akviran Çarsak köyüne naklettim. Rahat ettim. Ramazan da gelmişti, orucumu tuttum, namazımı kıldım, işimi de yaptım. Az bir iş kalmıştı, onları da tamamladım, evrakları hazırladım, merkeze gelip teslim ettim. Ondan sonra gene boş kalmıştım.

Nihayet bir gün Nami Bey ve mal müdürü Niyazi Beyler grup amirine “Yahu Vehbi beyi sizin daireye alsanız“ diyorlar. “Peki” diyor. Niyazi Bey iki gün sonra beni istedi, dilekçe yazdırdık ve birkaç evrak yaptırdık. Selahattin beye verdik.

Yirmi gün sonra yani 20 Nisan 1944 günü çağırıp emri tebliğ ettiler ve işe başlattılar. Güya emekli maaşım kesilmeyecekti. Fakat sonradan kesilmeye başladı. Çok zor gördüm. borca girdim ve beni sebepsiz yere Ağustos ayında Aksaray  grubuna  tayin  ettiler,  oraya  gittim,  o Sarayköy mıntıkasına tayin nakletti. Beni ambar memuru olarak tayin ediyorlar. İşe bakın ki daha önce ki ambar memuru devir teslim muamelesini yapmamış. Bu devri depo memuru alacak, işleri tanzim edecek, ondan sonrada ambarı bana teslim edecek.  Maalesef bunlar olmadı. İki ay kadar kaldım. Bir gün çok fena bir vaziyete düştüm hastalandım ve en nihayet istifa etmeye karar verdim. 23 Ekim 1945  de ilişkimi kesip ayrıldım. İki gün Sarayönü’nde otelde kaldım. Tren geldi, bileti aldım. Ankara’ya kadar da ayakta geldim. Eskişehir’den sonra askerler kompartımanda oturacak bir yer verdiler.

Ankara’ya geldim. Ertesi gün Bala’ya gittim. Sehran (NOT büyük halam) hususi muhasebede çalışıyor. Suphi Ankara’da Harp akademisi levazımında çalışıyor ve orada yatıp kalkıyor. En nihayet Sehran’ı da Ankara’ya naklettiler. Ev çok aradık bulamadık. Bir müddet Şefika hanımın yanında kaldık. En nihayet oradan almaya mecbur, iyi kalpli bir kızın yanına verdik. Orada kalırken ve birkaç evi kaçırdıktan sonra kırk liraya elektriksiz bir ev bulduk. İki oda bir mutfak bir de terası vardı. At pazarı, Yenihayat okulunun altında ki sokakta idi.

ANKARA

Bala’dan naklettik, taşındık. Ben MTA satın alma memuru oldum Yevmiye ile çalışıyordum. Bir gün 25 Nisan 1946 günü bir kalp krizi geçirdim. Henüz gidip işe başlayamadım 13 Mayıs 1946 günü buraya kadar yazdım.

13 Mayıs 1946 günü işe başlamak için gittimse de artık almayacağız dediler, geri geldim. 25 Mayıs 1946 da Müteahhit Arif beyin yanına gidip iş istedim. Hali hazırda yok dediler. Bir ay sonra gel dediler. Boş geziyorum. Hiç de iyi değilim. 27 Haziran 1946 gittim. Ankara’da iş alacağız, Temmuzun ilk haftasında gelirseniz size bir iş verelim dediler. Fakat ben emekli maaşımı aldım. 4 Temmuz 1946 Ayhan (NOT ortanca amcam) ile beraber Bursa’ya hareket ettim. Karaköy de trenden inip otobüse bindik, beş saat sonra Bursa’ya vardık, bir araba tutup eve gittik. Ablam kapıyı açmıştı, araba da durdu. İçeri. Nur (NOT babam) ile Ünal beni karşılamaya gitmişlerdi, eniştem de Erol ile gitmişti. Sonra Nur ile Ünal geldi, öpüştük. Orhan onlardan evvel gelmişti.

Beni tanıyamadı, biraz konuşup gitti. Eniştem de geldiler sevindiler. Üç gün sonra Nevin, Güzin geldiler. Bursa epeyce değişmiş, halkevi binası iyi olmuş. Ramazan geliyor. Birkaç kere Yeşil kahvesine gidip oturduk. Bir gün Tophane, Muradiye, Pınarbaşı, Temenyerin’den NOT okunamamış) eve geldik. Muayene için hastaneye gittik, muayene oldum. Tansiyon 11-18 idi, reçete verdi. Çay kahveyi yasakladı. Döndük. Bir gün havuzlu park’a gittik. Gece saat 1 de döndük. Ramazan geldi, oruca başladım. Namazları Yeşil, Orhan, Ulucami, bir defa da yukarıda Mollafenari camiin de kıldım. Ayın 19. Gününe kadar iyi bir Ramazan yaptım. Depo alayında Em. Sb olan Hüsnü Bey ile görüştüm. Bursa’da Nazlı yengemin (Vehbi Bey amcamın karısı) evlatlığı İlhami ile, Muzafferin bayanı Nezihe ile ve annesi ile görüştük. Muzafferin iki kızı vardı. Bir kızı daha oldu, Temmuzun yedinci günü. Ortanca tıpkı kendisine benzer.

Nur’u 8 Temmuz 1946 günü gönderdik. Ayhan da gitmek istedi, kandırdık. Fakat bazan anacığım anacığım diye ağlamaya başladı. Ramazandan bir gün evvel de onu gönderdik. 31 Temmuz 1946 bayram yaklaştığı için ben de hazırlandım. 19 Ağustos 1946 Pazartesi günü otobüs ile Mudanya’ya hareket ettim öğleden sonra idi, saat 16 da vapura bindik. Saat 19 da rıhtıma yanaştık. Erol ile Lütfiye vardı. Hemen bavulu emanetçiye bırakıp eve geldik. Bir oda içerisinde oturuyorlar, sıcak da. Salı günü sabahleyin Lütfiye ile kitapçılardan Raşit kitaphanesini bulup Vedat beyi öğrendik, bir kart bırakıp Kadıköy’e geçtik. Hayati’nin evine gittik. Nabiye’yi ve kızlarını gördük. İkindi kahvaltısı yaptık, muayene etti, tansiyon 16/8.5 olmuş, iyidir dedi. Bir reçete verdi, çay kahve sigara çok az iç dedi. Doktor Balıkesir’e kolordu hastanesine gidiyor. Oradan Hafız beylere gittik. Kapıyı Rasime Hanım açtı, beni görür görmez tanıdı. Saat 21 e kadar kaldık. Bir şişe bira açtık, yemek yedik ayrıldık. Eve saat 23 de geldik. Sabah oldu, Erol ile bavuldan pulları almaya gittik. Giderken Raşit kitaphanesine uğradık. “Aman efendim sizi Vedat beyin evine götüreceğiz” dediler, hemen gittik. Bayan Gönül karşıladı. Vedat Bey geldi. Öğle yemeğini yedik. Pulları alıp tekrar geldik. Bayan Gönül ile birlikte eve geldik. . O gece Yenikapı ya gazinoya gittik. Oturduk. İyi değil. Ben sevmedim. Orada amcazadem Esat’ın oğlu Sırrı ile görüştük. Doktor olacak, iyi genç. Gece yayan olarak eve döndük. Perşembe günü hanımla Beyoğlu’na geçtik, pulları gösterdik, nafile. Döndük eve geldik. Akşam Sırrı da geldi, beraber Vedat beylere gittik. Vedat biraz piyano çaldı ayrıldık.

23 Ağustos 1946 Sırrı geldi. Ben de ayrılacağım. Vedalaştık. Vedat beylere geldik. Orada biraz oturduk, ayrıldık. Emanetçiden bavulu aldık, Kadıköy’e geçtik. Hafız beylere geldik. Bavulu bırakıp Nabiyelere gittik, fakat yoklardı. Sırrı geri döndü. Ben de bir tıraş olup eve geldim. Akşam oldu yemek yedik yattık. Kalktık, Cumartesi idi. Öğle yemeğini yiyip hemen hareket. Hafız bey ile beraber istasyona kayık ile geldik. Zor yetiştim. 24 ağustos 1946 Elini öpüp ayrıldım, hareket etti tren. Ayakta kaldım. Baş hemşire imiş, yüksek ziraat okulu hastanesinde bir kadına tesadüf ettim, ne yapalım ayakta kaldık dedim. Aldı kompartmana götürdü, Ankara’ya kadar rahat geldim. İstasyonda kimse yoktu. Bir hamala bavulları verip eve geldim. Saat 21:45 idi çay içiyorlarmış. Neyse, Pazar 25 Ağustos 1946. 28 ağustos 1946 Çarşamba şeker bayramı oldu. Aslanhane de açıkta Nur ile beraber kıldık.

Nur’un Fransızca öğretmeni olarak yetişmesi için uğraşmaya başladım. (NOT O sıralarda babam askeri öğrenci (Harp okulu) ve zatülcenp geçirdiğinden ara vermiş durumda okula. Prevantoryumda tedavi görmüş) Evvela Mithat’ı gördüm. Mithat Nazmi’yi tavsiye etti. Ertesi gün gittim Nazmi’yi gördüm, anlattım, olur dedi. Muhtarı görmemi söyledi. Muhtara gittim ve gördüm. Osman Bey muavinim gelsin on gün sonra gel dedi. Muhtar, Hüsnü Cihangir’i gör dedi. Bayındırlık bakanlığı deprem şubesinde imiş. Onu da gördük. Kendim için söyledim, umum müdüre söyleyin dedi. Kemal Serfice Mrk. K. oldu. Onu da gördüm. Nur için söyledim. Mithat ile beraber yaparız dediler. Bu işler hep Eylül’ün 15. Gününe kadar oldu. Zafer Bayramı günü hipodrom da Yzb. Kadri’yi gördüm, öpüştük, kahve de biraz konuştuk.

Namazları genellikle dışarıda bilhassa Hacı bayram camiinde kılıyorum. Bu güne kadar bir iş bulamadımsa da oldukça hayatım iyidir.

Oturduğumuz ev çok dar geliyordu. Karşımızda yeni bir ev yapıldı. Oranın alt katını çaresiz olarak 50 liraya tuttuk. Ayın birinci günü hemen taşındık. 1 Ekim 1946 günü emekli maaşını alıp ev kirasını verdim. Suyu içinde, aynı zamanda müstakil ve bize göre demektir. Şimdi rahat eder gibi olduk. Ama hava payları çoktur.

Ben hala bir iş bulamadım. Nur’un Fransızca öğretmenliği için General Vedat Garan’ı gördüm, maalesef olamayacak dedi, vazgeçtik. Ara sıra arkadaşları görüyorum, fakat laftan ibaret. Yardım. Başka bir şey yoktur.

NOT: Bu yazı dizisinde adı geçenlerin hepsi rahmetli olmuş durumdalar. Allah rahmet eylesin. Dedem gibi dürüst, gururlu ve vatanına sadık bir asker olan babam askeri öğrencilik döneminde yazdığı notlarında ailedeki çekişmelerden bahsederek babasının yaşadığı üzüntüleri hak etmediğinden, görmesi gereken saygıyı göremediğinden ve bunun kendisini üzdüğünden bahseder. İstihkam subayı olan babam (Sabih Nur Aytimur) yarbay olmak üzere iken, kıdemli binbaşı rütbesinde, ordudan istifa etmeyi tercih etti.

Nur içinde yatsınlar.

Bir Askerin Anıları içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Bir Askerin Anıları 15…Dağlar, Dağlar, Trabzon, Giresun, Zara, Sivas, Amasya Görevleri ve Emeklilik

SAMSUN 45. ALAY 11.BÖLÜK

Nihayet Mayıs geldi. Tayin emrim de geldi. Harcırahlar da geldi. Samsun’da 45. alay, 11. Bölüğüne tayin edilmişim. Bir katip ile birlikte kapalı bir kamyon tuttuk, hareket ettik. Şoför üç günde Trabzon’dayız dedi. Fakat daha Kızıldize’de (Orta Direk köyü) iken lastik patladı. Ağrı’ ya ancak akşam varabildik ve orada kaldık.

Bir gece Hasankale’de kaldık. Erzurum Kop dağını geçerken dişli kırıldı, bir köyde iki gün kaldık. Bir gece Erzurum’ da, bir gece……..  (NOT okunamamış)    kaldık. Zigana dağını gece çıktık. “Kalınız” dediler, kalmadık. Trabzon’a indik. Tam Hamsi köyünde bir lastik daha patladı. Geldik. Birkaç otelde yer bulamadık. Yeni yapılan otele geldik, kabul ettiler yattık. Otomobil rezaletinde kurtulduk. Bir gün sonra da vapur ile hareket edip Samsuna çıktık.

Birkaç gün otelde kaldık. 17 liraya bir ev tuttuk. Reşadiye mahallesinde idi. Manzarası güzel iyi bir yer idi. Samsun ne kadar güzel olmuştu. Kışlada yerimiz iyi idi. A.K. Alb. Şemsettin idi. İki ay sonra gitti. Yerine İbrahim Bey geldi. Beni alay futbol kaptanı tayin ettiler, çalışmaya başladık. Samsun bölge reisi Süleyman bey asker oldu, bedelci olarak alaya ve benim bölüğe verildi. Faaliyeti arttırdık, saha yaptık, müsabakalar yapıldı. Alayda spor aldı yürüdü. Kızımız (NOT Sehran halam) dünyaya geldi. Manevralara gittik. Tatbikatlar yapılıyor. Bazan sinemaya gidiyoruz, parkta geziniyoruz. Kışı geçirdik. Evi değiştirdik. Kadıköy’de büyük ve güzel bir eve taşındık. Her taraf ayakaltında idi. manzarası güzeldi. İki kere Çarşamba’ya gittim. Sabri bey ve Nurettin Bey ile görüştüm. Eski emir erim. DDY Samsın bölgesi hat çavuşudur. Tümen manevrası iki defa yapıldı. Ladik istasyonu civarında oldu.

GİRESUN 25.ALAY 3. TABUR KOMUTAN VEKİLİ

Üçüncü manevrada iken terfi ettiğim (Binbaşı rütbesine) ve Giresun’daki 25. Alay, 3. Tb. K. Mv. liğine tayin edildiğim Tüm. K. nı tarafından tebliğ edilerek Samsuna geldim. Hazırlığa başladım

Harcırahlarımızı aldık. Bnb. Şevket ile birlikte Ekim ayında fırtınalı bir günde Akdeniz vapuru ile hareket ettik. Giresun’a zor çıktık. Bir hafta sonra bir ev bulup yerleştik. Burada alay komutanı K. Alb. Zeki bey (sonradan korgeneral iken ölen Erzincanlı Zeki) idi. Alayda çok çalışkan arkadaşlar vardır. Spor çok ileridedir. Jandarma okulu ve diğer iki sivil kulüp ile birlikte dört olup resmi müsabakalar başladı. Beni de zorla soktulardı. Kış hafif geçti. Bol bol hamsi yiyoruz. Bir oğlumuz oldu, Ayhan (NOT ortanca amcam). Zaten rutubet fazladır.

ZARA ASKERLİK ŞUBE REİSİ

Bayan, (Hayriye Hanım) hastalandı, devam ediyor. Doktor iyi bakıyor. 30 Ağustos 1928 binbaşılar terfi edip gittiler. Ben 3. Tabura vekalet ediyorum. Alay komutanı (A.K) yardım ediyor. Bir gün bahçede otururken A.K. artık siz burada kalırsınız bakınız bir ay geçti dedi. Ben de seviniyordum. Fakat aradan bir hafta geçmeden Zara As. Şb. Reisliğine tayin edildiğim emri çıka geldi. Bayan hasta idi, doktorlar tedavi ediyorlardı. Etrafta kar vardı. Bir müddet kaldık. Nabiye (NOT ona biz büyük hala derdik) ve kocası Trabzon’a geçtiler, görüştük. Ekim, Kasım aylarıydı, harcırahı aldım, bir kamyon tuttuk. Bayanı eşyaların üzerine yatırdık. Doktorların dediği şu idi: Yola çıkar çıkmaz iyi olacaktır. Çok şükür iyi oldu. Kış, soğuk fazla idi. İki günde Zara’ya (NOT Sivas’ın ilçesi) geldik.

Katibe misafir olduk. Ertesi gün kötü bir eve yerleştik. Karşımıza bir Vahap çıktı, onunla ahbap olduk. Yanımızda bir ev yapılıyordu. Onu sahibinden on liraya aylık vermek üzere kiraladık. Daha ev bitmemişti. Kışı geçirdik. Nihayet taşındık. Şubede iki sene kaldım. Çok uğraştım. Şubenin üstü gazino idi ve Alay. Karargahı idi. Zara’nın gezecek yeri çoktu. Kızılırmak ve diğer ırmak boyunda ağaçlar arasına gider otururduk

1932 senesi ilk yoklamalara çıktım, bir çok köyleri gördüm. Kazanın 250 köyü olup İmraniye, Karacaviran, Beypınar, Şerefiye, Bulucandır. En büyük nahiyesi İmraniye idi. Tam 72 köyü olup Türk ve Kürt köyleri vardır. Güleris köyü eski Türklerden Şerefhanzadelerin torunlarıdır. Yine bu nahiyede Kürtlerin beyleri zenginleri vardır. Ekseriyet çalılıktır. Meşelik de vardır. Şerefiye nahiyesi en güzel yerdir. Her taraf çamlık, çok nefis suları vardır.

Kaymakam Aziz Bey gitti, yerine Nami bey geldi. Yanımızdaki evi tuttu. Çalışkan bir zattır. Hükümet konağı değişti, Memduh beyin evine geldi. Cumhuriyet bayramında hükümet binasında gece balosu, bir toplantı yapıldı. Bir gece iki öğretmenin evlenme merasimi yapıldı. İyi. Bizim bayan belediye meclisi azası oldu. Bayramlarda çok iyi eğlenirdik. Tayyare müfettişi gelmişti. Bir toplantı yaptı, gündüz çok kalabalıktı. Bayan bir nutuk verdi, iyi oldu. Hayatımız çok iyi geçiyordu.

1934 senesi köylere ilk yoklamaya çıktım, çok güzel köyleri gördüm. Köylerde çok iyi karşılanırdık. Bilhassa Güleris’de iki üç gün kalırdım, çünkü bırakmazlardı. Salih Bey ile arkadaşları misafiri her vakit isterler ve fazlaca ikramlar yaparlardı. Ağustos 1934’de o kadar güzel eğlendik ki görülmeye değer.

Ekim 1934 de Alayın 3. Tb. K. lığına tayin olundum. Şube reisi gelmediğinden şubedeyim. Dört senedir yapılmayan nakil vasıtaları yazımı için emir geldi. Tümen beni tayin etti. Onu da yaptık. A.K. Alb. Şemsettin bey gitti Alb. Hasan Sarıkahya geldi. Yeni subaylar geldi. Kasabada benim müracaatım, teşvikim ve kaymakamın alakasıyla bir spor kulübü açıldı. Alayda zaten vardı. Şubenin karşısında meydanlık vardı, orada oynarlarken ben de gider oynardım.

Komşumuz Vahap ve bayanı ile iyi görüşürdük. Birkaç ahbap daha vardı. Her Cuma ırmak kenarına gezmeye gider, akşam dönerdik. Vahap’ın dört oğlundan ikisini nihayet askeri mektebe göndermeye muvaffak oldum. Şimdi ikisi de subay olup büyüğü Azmi tayyareci olmuştur. Zeki ve çalışkan bir gençtir. Ocak ayında şube reisi geldi, ben alaya geçtim. Alayda yeni teşekkül eden piyade top takımı için bir bina, helalar, çamaşırhane, cephanelik ve spor meydanına bir kula yaptırıldı. (Alay komutanı) Beni satın alma komisyonu üyesi ve inşaat komisyonu reisi yaptı. Aynı zamanda kışla komutanlığına tayin etti. Sonradan mahkeme reisliği de ilave oldu.

Tam dört sene bunlarla uğraştım. Spor mahalli çok muntazam olmuştu. Pist filan tamam. Oldukça da ağaç dikmiş ve tutturmuştuk. Hasan Sarıkahya çok müslüman, bilgin, becerikli bir zattı. Her onuda çok istifadem oldu. İnşaat komisyonunda Yzb. Şeref ve Tğm. Kadri ile geceli gündüzlü çalışırdık. Birçok dedikodular oldu. Şubenin bir numaralı deposunu alıp epeyce tamir ettirerek gazino binası yaptık. Çok iyi oldu. Alaya yeni gelen muavin Zahit Başaran çok faal bir yarbaydı. Onun himmeti (yardımı) dokundu. Kışlaya elektrik de yapıldı,  onun binası yapıldı. Su için borular geldi, yolu hazırlandı. Subay evlerine ve caddeye elektrik verildi. Gazinonun her şeyi vardı. Büfe, mutfak, radyosu muntazamdı. Şubenin karşısında belediyenin boş arsasını belediye ile birlikte tanzim ederek çok süslü bir park yaptık. Irmak kenarına çok sağlam bir set yapıp park içine doğru on on beş sıra kavak diktik. Sel baskınından kurtardık. Ayrıca akasya vs güzel ağaçlar dikerek ihya etmiştik. Her hafta gazinoda toplantı yapılırdı. Gayet nezih olarak eğlentiler yapar, vakit geçirirdik.

1936 senesin de Yzb. Şerefle çocukların sünnet düğününü yaptırmaya ve fakirleri de bundan istifade ettirmeye karar verdik. On beş gün kadar çalıştık. 4 subay ve birkaç sivil memur da katıldı. Alay ve belediyenin yardımını kazandık. Zenginlerden fakirler için entarilik kumaş aldık. Belediye bahçesine portatif çadırlardan karşılıklı ön tarafları açık çadırlar kurduk, karyolalar getirttik, yaptık. Elektrikle aydınlattık. Bizim çocuklarla birlikte 120 çocuğu sünnet ettirdik. O gün orası görülecek müstesna bir güzellikte idi. Şubenin arkasında ki tabldot mutfağında yemekler hazırlatıp günde üç vakit yemek de verdirdik. Kaza halkı bu işe hayran kalmıştı. Fakirlere bir çok hediyeler verip kendi evlatlarımızdan ayırmadık. Hepsinin entarileri ve bir çok şeyleri bir birinin aynıydı. Tümen mızıkasını da getirttik, 24 saat kalıp gitti. Epeyce saz takımı, davul, zurna vs zaten vardı. Gramofon vardı. Velhasıl iyi oldu. Hiçbir çocuğu bırakmayıp orada kalındı ve sonra evlere taşınıldı. Bu alem unutulmaz bir alem olmuştu.

Nur’u (NOT babam) mektebe verdik. Ağabey ve ablasından okuma yazmayı evde öğrenmişti. Okulda imtihan edip ikinci sınıfa aldılar. 1938 senesinde ikiz oğullarımız olduysa da Seyhan öğleden sonra öldü, Ceyhan (NOT küçük amcam) sağ kaldı. Nasip öyle imiş. Allah rahmet etsin. Günlerimiz çok iyi geçiyor ve rahat idik. İki defa Hafik civarında yapılan Tümen manevralarına gittik. Son manevrada tabur alay vazifesi aldı. Müfettiş harekatımızı takdir ettiler.

SİVAS ASKERLİK ŞUBE BAŞKANI

Alay Komutanı Zahit Başaran da vardı. İndik, hazırlandık, taburu alayın yanına gönderdik. Zahit Bey benim Sivas Askerlik Şubesine tayin edildiğimi, eniştemin Zara da olduğunu ve hemen gitmemi söyledi. O gün gidemedim, ertesi gün gittim. Akşam ablam, Lütfiye ve çocukları ile görüştüm. Ertesi gün gittiler. Hazırlığa başladım evraklarımı hazırladım. Alayı karşıladık. Bir hafta uğraştım, bütün devir teslim işlerini bitirdim.

Sivas’a geldim. Hiç istemediğim şube işlerini gene başıma sardılar, hele Sivas gibi bir şubeyi. Bir buçuk ay kadar şubede kaldım. Suphi de (NOT büyük amcam, Elliot Suphi olarak da bilinen Elliot çevirmeni ve şair) beraberdi. Ev bulamadım. Çocuklar da geldi. Bayramı şubede yaptık. Nihayet ev bulduk. Bezirci tarlasında sarraf Rahmi’nin evi idi Üç oda yukarıda, bir oda bir mutfak aşağı da, ufak bir bahçe ve avlusu, bir ayrıca çamaşırhanesi ve kapı arkasında çeşme de vardı. Karşısında cami ve camiye bitişik meşhur kepenek suyu, elektrik var ve daima açıktı. Güzel ve sevimli bir evdi.

Sivas gittikçe güzelleşen ve imar gören bir şehirdir. Belediye Reisi Yd. Sb. Adil bey çok çalışkan bir zattır. Cer atölyesi, çimento fabrikası ve bunların memur işçi evleri Sivas’ı cazibeli bir şekle sokmuştu. Velhasıl güzel ve şirindir. Tümen sineması vardır. Haftada bir defa sinemaya gidilir ve ayda 120 kuruş verilirdi. Ayrıca halk sineması da vardı. Şubede muamele memuru Ütğm. Adil, hesap memuru sivil Ali Rıza vardı. İkisi de imansız adamlardı. Pek fena alışmışlardı. Eski Şube Reisi Bedri Bey haber verdiği için sıkı bir kontrole bağladım ve ben görmeden hiçbir iş yapmamalarını tembihledim. Uğraştım. Resmi dairede iş takibi olanlar hemen gizli görüşmelere başlardı. Onu da bir kaçını kovmak, bir kaçını açıkça söylemeye mecbur ederek ve ellerindeki evrakı kontrol ederek sebebi meydana çıkarttım. Geceleri onlar gittikten sonra, masalarını dolaplarını kontrol ederek saklanmış birçok evrak buldum. Ve uğraşa uğraşa kendime de ziyanı dokunmamak şartıyla ikisini de şubeden attırdım ve şube de yalnız kaldım.

Gece gündüz erlerle birlikte çalışmaya ve şahsi dosyaları yapmaya başladım. Biraz şube işlerini yoluna koydum. Askere gitmeyen, hava değişikliyle gelen ve günü geçen ve böyle birçok erleri celp ve sevk ettik. Bir taraftan seferberlik işleri, bir taraftan posta ile gelen evrakla uğraşmak, bir taraftan gelen iş sahiplerinin işlerini yapmak zor oluyordu. Bereket versin ki yazıcılarım iyi ve doğru erlerdi. Her gün bir saat onlarla konuşur doğruluktan ayrılmamalarını tembih ederdim. Gece gündüz çalışır bir olay çıkmaması için, bir dedikodu yayılmaması için uğraşırdım.

Sivaslı hiçbir ahbabım yoktu. Çünkü korkuyordum. Velhasıl namusumla kurtulmak için var kuvvetimle didinip duruyordum. Kolordu komutanı teftişe geldi. Muamele işlerine baktılar. Şube reisi bu şubeyi yalnız başına çeviremez, bu şubenin kadrosunu tamamlayınız dediyse de laftan ibaret kaldı. Yeni mektepten çıkan bir muamele memuru verdiler. Çocuk genç hiçbir şeyden haberi yok. Onunla da uğraşmaya başladık.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI BAŞLAR

Harp başladı. Yoklama işleri sırası geldi. Acele tarafından yoklamalara gidip geldim. Sevkiyat başladı. Daire bir hesap memuru verdi, Vahap. Teçhizat işlerini ona verdim, beraber yaptılar. Bir de bunlara ilaveten bir vesait nakliye satın alma emri geldi. Para adıma geliyordu. Ne ise seferberlik müdürü ile beraber bu işi de kusursuz bitirdik. Bazen öyle oluyordu ki başımı alıp kaçardım, bir saat kadar dolaşır gelirdim.

Diğer taraftan tayyare bombaları gönderiyorlar, şube muhafaza edecek deniyor. Tümene müracaat ediyorum, sen bul diyorlar. Nihayet onu da bulduk kiraladık, müsteşarlığa yazı yazdım kabul ettiler, para gönderdiler, neyse onu da yerleştirdik.

Gayri Müslimlerin silah altına alınması emri geldi. En başta üç zengin Ermeniyi getirtip sevkiyata teslim ettim ve bunlarla beraber 20 kadar da verdim. Fakat bazı namussuzlar, şube reisi Ermenilerden para aldı sevk etmedi diye Tümene ve daireye ihbar da bulunuyorlar. Bir akşam üzeri daire reisi Alb. Arif Seyhun, hali hazırda Ankara Aserlik Dairesi Reisidir, geldi. “Şube Ermenileri sevk etmemiş, neden sevk etmediniz ?“ deyince fena halde sinirlendim ve asabiyetle “Onu söyleyen namussuzdur” dedim ve sevk evraklarını getirip önüne koydum, teslim kağıtlarını da gösterdim. . Asabiyetten titriyordum. İlaveten “Ben bu şubede bu şekilde çalışamam, güvendiğiniz birini getiriniz, ben şimdiden itibaren ayrılmaya hazırım“ dedim. Daire reisi fena oldu ayrıldı gitti. Erlerime, “Oğlum bakınız neler oluyor, kendinizi sakın kaptırmayınız” dedim.

Üç sene Sivas da Şube reisi kaldım. Konuştuğum Eğinli kuru kahveci Abdullah ve bacanağı Sivaslı kuyumcu Nuri beydi. Bunların dükkanlarına gider, oturur kahvelerini içerdim. Bir de Erzurumlu tüccar topal Yusuf’a giderdim. Abdullah ve Yusuf birkaç kere yoklama yaptırdılarsa da ahbaplığı resmi işlere karıştırmamalarını münasip bir lisan ile söyledim. Bir daha da teklif etmediler. Yapılacak doğru işler cereyanında gidiyordu. Bilhassa aracılık edenleri kovdum, iş sahibini getirtip işi yapılacak ise yaptım.

Uğraştıklarımın birisi de malul, yetim ve dul kadınların maaş evrakları idi. Her birini bir tarafta bulup muamelelerini yaptırdım. Hemen on, on beş kişinim maaşlarını bağlayıp getirttim. Birçok sakat raporları ele geçirip geçmeyen künyelerine geçirttim.1917 doğumlulara kadar bütün dosyaları karıştırıp eratın şahsi dosyalarını yaptırdım. Şubeden iltimas kalkmış, işler tıkırındaydı. Yd. Sb. ların işleri de bir başka alemdi, 250 kadar. Yabancı çoğalmış üç defter işgal ediyordu. Nakil vasıtaları alımı çok iyi gidiyordu. İkinci Şube müdürü Bedri Bey ile iki günde bir görüşür dertleşirdik. Tüm. Komutanınca alım işlerinden dolayı teşekkür ile karşılandık. Diğer şubelere nispetle bu alım işleri tetkik edilmiş, bizim şubeden başka diğerlerinin pahalı olarak satın aldıkları anlaşılmıştı. Haysiyetlice, iftiharla daha iyi çalışarak orduya iyi vesait temin etmiştik. Bilhassa baytar, belediye azası sarraf Rahmi ve diğer iki zatın gayretlerini unutamam.

ERZİNCAN DEPREMİ

Hasılı kelam üç senelik bir mesai gözlerimi bozdu ve muayene ettirerek gözlük takmaya mecbur oldum. Atatürk öldüğü zaman  (NOT Kasım 1938) Sivas da idik. Erzincan felaketi depreminde ise ortalık karla kaplı ve bilhassa üç gündür -34 derece soğuk vardı. O sene fazla kış olmuştu. Rahatsız olduğum için aşağıda yatıyor ve çocuklar yukarıda yatıyorlardı. Gece yarısı sarsıntı başlayınca bayan (Hayriye hanım) çocuğu alıp hemen dışarı fırladı, arkasından yetişip kapı içinde tuttum, ben de orada kaldım. Çocuklar da koşarak geldiler. Kapıyı açığım zaman o kadar fazla bir sıcaklık yüzüme vurdu ki tarif edemem. O soğukta böyle bir sıcak! Artık sabaha kadar uyanık kaldık. Ertesi gün hep korku içinde, geceyi de komşuların kurduğu çadırda, bazan da evde geçirdik. Herkes sokakTa, mangal ateş yakarak, üstlerine kalın bir şeyler alarak sabahlıyordu. Deprem hafif hafif devam ediyordu. Sivas’ta hasar azdı, fakat korku çoktu. Erzincan’dan ve diğer yerlerden gelen havadisler, canlı şahitler tüyler ürperticiydi. Şubede çalışırken deprem oldukça hemen dışarı fırlıyorduk. Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Amasya fazla zayiata uğramıştı. Suşehri ve Koyulhisar’a vaktinde yardım yapılamadı. Felaket büyüktü, koku da çok devam etti.

Sivas da kaldığımız sürece biraz mal sahibi olduk. Sebep olan Konyalı……..    Efendiden  (NOT okunamamış) Allah razı olsun, hepsini bize taksitle verdi. Şunları aldık: bir taban halısı, Isparta, iki halı seccade, Isparta, bir karyola, dokuz parçalı oda takımı, radyo, semaver.

Sivas’ta bir çok şeyleri unutmam. Hele tümen sancağının çekildiği ve indirildiği Cumartesi öğleyin ve Pazar akşamları. Tümen Mızıkasının İstiklal Marşını çalmaya başlayınca bu sesi işitenlerin nerede olurlarsa olsunlar şapkalarını çıkarıp put gibi durmaları, asker olanların selam vaziyetinde kalmaları, çocukların masum vaziyet alarak hürmet göstermeleri bir alemdi.

AMASYA ALAY KOMUTANI MUAVİNİ

1941 Senesi idi Eylül’ün de Amasya’da ki 56. A.K. Mv. liğine tayin edildim. Ne tuhaf tecelli. Harp okulundan çıkınca Tümenin 56. Alayına tayin edilmiştim, 1918 senesi Aralığında ayrıldım. Bir çok seneler dolaştıktan sonra 1930 da 45. Alay 11. Bölüğüne tayin edilip Samsun’a geldim. Yine dolaşıp sekiz sene sonra 56. Alaya tayin edildim ki bu herkese nasip olmaz bir şeydir.

(56.) Alayda Atğm., Tğm., Ütğm., 45. Alayda Yzb. İdim, Bnb. ayrıldım. 56. Alaya yarbay olarak geldim, emekli oldum. Sivas da emri işitince, gayri ihtiyari bu son alayım olacaktır demiş ve bunu sonra bir kaç kere tekrarlamıştım.

İşlerin çok zamanı ve adam da yoktu. İkinci şubeden ancak üç ay sonra emir tebliğ edildi. Trenle Amasya’ya geldik. Bir hafta kadar Sarayönü’nde misafirhanede kaldık. Tuttuğumuz eve yerleştik. Büyükçe bir ev, elektrik ve suyu, bahçesi vardı, önü kapalı ise de ferah ve şirindi. Kışlalar 9 km uzakta olup otobüsle gidilip geliniyordu. Dört gün sonra işe başladık. Bu alayın eski vaziyetini bildiğim için hali hazır vaziyeti beni tatmin etmedi. Ne yapalım, tecelli. A.K. Sivaslı Ali Rıza beydi. Biraz mağrur, yalnız yaşamak isteyen bir zattı. Hüsnüniyet sahibi görünüyorsa da harekatı ve bir çok halleri bir birine zıt olduğu aşikardı. Otobüs ekseriya bozulur, yaya veya hayvan ile gidilirdi. A.K. ise alayın motosikletine kurulur gider ve gelirdi, sanki kendi öz malıydı, bu da bir alemdi.

Alay Havza’ya hareket etti. Bu değişiklik harp vaziyeti üzerine yapılmıştı 38. Alay daha kuzeye gitmişti. Ben kaldım. Bir ay sonra gelen 11. Alay’a kışlaları vs. yi teslim edip ayrıldım. Aile Amasya’da kaldı. Havza’ya gelince çadırda yatıyordum. Ramazanda oruç tutuyordum. Bir kere Bayan (Hayriye hanım) geldi, iki gün kaldılar gittiler. Nihayet soğuklar başladı. Karargaha gelip yerleştim ve bir ev buldum, kirası 20 lira idi, orayı tuttum yerleştim. Daha taburlar çadırda idi. Bazı bölükler binalara girmişlerdi. Çalışa uğraşa iki taburu sokabildim. A.K. bugün yarın deyip bir şey yapmamıştı ve bunu herkes görmüştü. Hatta kaymakam bir çok yerler gösterdiği halde itiraz etmişti. Kolordu, Tümen komutanları gelip gidiyorlardı. Kendileri eratı çadırlarda yatıyor diye ukalalık ediyorlardı. Bir kere Tümen Komutanına dedim ki:

“Generalim kaymakam buradadır, çağırtalım, emir buyurunuz, binaları boşaltsınlar eratı koyalım”

“Hayır onu siz yapın” dedi.  

Çünkü emir veremezdi. Elde emir varsa da o mıntıkada geçerli değildi. Maksat Alayın beceremediğini ileri sürerek kendilerini kurtarmaktı. En nihayet bir taburun artık yerleşemeyeceğini, her hangi bir yere nakline müsaade edilmesini istedim. Geldiler, gördüler, gittiler. 2. Taburu Vezirköprü’ye yerleştirmek kararını verdiler.

Tb. K. ile birlikte gittik gördük. Saffet Ahırkapı orada şube reisi idi. İyi bir yerdi. Ayrıca büyük bir pavyon vardı. Bir müddet sonra taburu getirtip yerleştirdik. Rıza Bey’in motosikleti (Yani alayın) umumi olmuştu. Vezirköprü’ye gidip geliyorduk. Kolordu Komutanı  telefonla “Taburun eşyalarını göndermeyiniz, geri gelecektir. Tümen Komutanı gelince benimle telefonla görüşsün” diye emir verdi. O gün eşyaların sevkini yapmadık. Telefon ile görüşüp Vezirköprü’ye gitti, oradan doğru Merzifon’a geçti, akşam emir değişti. Taburun eşyalarını gönderdik. Yemek içmek işini sordular. “Artık onu da alayca icap eden şekilde yaparız, yalnız yazılı bir emir ile taburun müstakil olarak satın almasını temin ediniz” dedik. O da oldu. Velhasıl yaptık, fakat beğendiremedik. Tok sözlerim, dürüst hareketim, tapınmadığım için kötü oldum. Havzalılar, alay şahittir bu sözlerime vesselam.

Alay sükunetle çalışıyor. Her gün koğuşları vs yerleri dolaşarak, noksanların tamamlanmasını emrederek bölükleri ve diğer birlikleri daima çalışmaya mecbur ederdim. Subaylardan bazı haşarıları yola getirmeyi başardım. Tatlı tatlı konuşarak, iyilikle muamele ederek, canla başla çalışmaya sevk ettim. Em. Sb. Yzb. çok akıllı ve dirayetli bir arkadaştı. İşlerimiz yolunda gidiyordu. Bir gün Tüm. K. geldi “Neden Em. Sb. Değişmedi? Hemen değiştiriniz” diye emir verdi. Çok evvel bu hususta emir verilmiş, Rıza bey yapmamış, gelip bana kafa tuttu. Ben de değiştirip Ütğm. Mehmet Kıyak’ı aldım. O da çok iyi huylu ve dirayetli bir arkadaştı. Bir daha gelişinde gördüler.

Satın alma, beslenme işi çok önemliydi, her gün onula uğraşıyorduk ve çalışa çalışa çok iyi bir hale getirdik. Her geldikçe Kolordu, Tümen komutanları beslenme ve satın alma hususunu soruyorlar, mevcudu veriyoruz, üç aylık raporumuz var olduğunu görüyorlardı. Vezirköprü’deki taburun vaziyeti iyi idi. Hayvan ve insan bakımları da iyi idi. Bu konuda sözlü ve yazılı takdirler aldık. Sevindik. İftihar ederim.

Havza’da çok iyi insanlar vardı. Bilhassa müftü çok iyi idi, daima konuşur görüşürdük. Herkesin sevgi ve hürmetini kazanmıştır.

Erbaa (Tokat’ın ilçesi) depremi oldu. O gün bayram ve biz bayan ile kaymakamın evinde idik. Sarsıntı ile hemen fırlayıp eve geldik, çocuklar dışarı fırlamışlardı. Daireye geldim. Koğuşlara adam gönderip sordum, çok şükür bir şey yoktu. Taburlara emir verdim, hazır bulunsunlar diye. Ertesi sabah Kolordu Komutanının Erbaa’ya geçeceğini telefonla haber verdiler. Karşıladım, Dört kamyon çadırlar, malzeme, doktorlar vs gidiyordu. Bir şey yoktur diye haber verdim, Hazırız bir emirleriniz var mı dedim. Hayır dediler. Erbaalı ve yakın köylerden kimse varsa hemen izinli gönderiniz dediler gittiler, biz de gönderdik.

VE EMEKLİLİK…

Nihayet bir gün ki o gün Şubat’ın son günleriydi, daireye gelip emir subayının odasına girip evrakları okumaya başladım.

Em. Sb. meşgul idi. Bir kağıt masada ki kağıtların altına konmuştu, demek ki bana göstermeye cesaret edememişti. Bir kaçını okudum onu da alıp okudum. Çok şükür bu günü de gördüm, alnımın akı ile ve vicdanen müsterih olarak ayrıldım. 

“Mukadderatı bozmak imkansızdır, gördüğüm rüya, söylediğim söz doğru çıktı” dedim. Em. Sb. yüzüme baka kalmıştı.

“Beyefendi ben sizin kadar metin bir insan görmedim, üzülmediniz” dedi. Anlattım.

“Bir süre evvel bir rüya gördüm. Kalabalık subaylar ile bir evde idik, görüşüyorduk. Bir müddet sonra bir merdiven başına geldim. Aşağıda siviller dolu bir oda vardı, birisi beni koltuklarımdan tutup oraya attı. Ben bunu kimseye söylemedim.  Fakat bu bir gün olacaktı, şimdi oldu işte. Üzülsem ne olacak. Şimdiye kadar namus ve şerefimle çalıştım. Benden 9 ay için ikramiyeyi de esirgediler. Temiz olarak ayrılmak benim için bir şereftir. Allah büyüktür, elbet aç kalmayız. Ne yapalım şimdi yalvaracak değilim ya, sağlık olsun” dedim.

Tabur komutanları da geldiler, biraz teselli ettiler. Eve geldim, söyledim, bayan müteessir oldular.

Bir müddet bekledik, Şevket bey geldi, alayı ona devrettim. Ankara’ya, Bala’ya geldim. Nami bey ile görüştüm, maaşlarımı yaptırdım, Havza’ya döndüm. Bir müddet sonra Bala’ya gelip oturduğumuz evi tutup yerleştik.

Bir Askerin Anıları içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Bir Askerin Anıları 14…Doğu Bölgesinde Görev

BİTLİS ASKERLİK ŞUBESİ BAŞKANI

Şeyh Sait isyanı başladı. Bulunduğumuz ev eski büyük konakların bir kısmı idi. İki oda bir aralıktı. Ev sahibi mübaşir Sabri Efendiydi. Askerlik Şubesi binası büyük bir Ermeni evi idi. Dairede o bina içindeydi. Kurubulak mevkii idi. Havası suyu güzel bir memleket burası.10 Mart 1925 Salı günü Berat Kandili gecesi idi. 26 Mart Perşembe Ramazanın ilk günüdür. Cumana namazına yetişemedim, akşam teravih namazını Kemal Beyler de kıldım. 6 Nisan  1925 Pazartesi günü Alemdar Camii şerifinde namaz kıldım, vaaz dinledim.

Oruçlara devam ediyoruz. Mahalle de iyi arkadaşlarla hoş günler geçiriyorduk. 24 Nisan Cuma ve bayram namazlarını Kızıl Mescit’de kıldım.

Arkadaşlarla bayramlaştık. 30 Nisan Cumartesi günü Kalem Reisi ile Divanı harp reisinin resimlerini çektik. 9 Haziran Salı günü fotoğraf malzemesi sipariş verdim. 19 Haziran Cuma namazını Kızıl Mescit’de kıldım. Birisi Kuran ve iç ezan okudu. Tanıdım, fakat söyledi. Harbiye’de iken ikinci takım komutanımız Şamlı -Şakir bey idi. Sonra görüşürdük. 2 Temmuz 1925 Kurban bayramı. Namazdan sonra arkadaşlarla bayramlaşmaya gittim. Evlere de gittik. 15 Temmuz Pazartesi günü emanetler geldi, bazıları kırılmıştı.

31 Ağustos 1925 , 2. Tümen Siirt’e gitti. 5 Eylül Cumartesi günü 12. Tüm. K. Koptagel Osman Paşa geldi. 24 Eylül Perşembe günü vesait yazılımı için köylere hareket ettik 25 Eylül 1925 Van gölünün kenarında Ortap köyünde güzel bir evde idik. Güneşin doğuşunu doya doya seyrettik, resimler çıkardım. 27 Eylül 1925 Tatvan ve oradan Nemrut dağının yanından geçip Gölbaşı’na geldik. 28 Eylül 1925 Müşkasın, Kotni’den (şimdi ki Günkırı köyü) geçip Çapkis (Şimdiki Üzümveren köyü) köyüne geldik. 29 Eylül 1925 nahiye Merkezi Nursin’e (Şimdiki Güroymak ilçesi) geldik. 2 Ekim 1925 Kotnil’e geldik. Köyleri dolaşarak Simek (şimdiki Bitlis Doğruyol köyü) köyüne geldik. 8 Ekim 1925 Keremap köyüne gelip yıkandık.9 Ekim Şeyhcihan da, 10 Ekim Lird köyünde, 11 Ekim Siirt yoluna çıktık. Şafak ilçe müdürünü gördük. Çadırında bir çok köyü yazdık, çay içtik, yemek yedik. Akşam Yako (Şimdiki Ünaldı  köyü) köyüne geldik. 12 Ekim Pazartesi günü Bitlis’e geldik. 29 Ekim 1925 Cumhuriyet bayramı idi. 30 Ekim Cuma günü Gen. Kur. Bşk. Mareşal Fevzi Çakmak Paşa geldi, mahalle başında karşıladık. Fevkalade tezahürat yapıldı. 3 Kasım 1925 Salı günü Hizan’a gittim. İlk nüfus sayımına memur oldum. Hizan’a gelip Kaymakamı gördüm. Yatacak yer yoktu.

BİR SELAHATTİN BEY

Belediye dairesi diye o gece orada yattım. Getirdiğim ekmeği filan yedim. Sabah Hizan nüfus memuru müftünün oğlu sağır Sabri Efendi yanıma geldi. Beraber hükümete gittik, biraz oturdum. Yatacak yer, yiyecek bir şey bulmak imkan haricinde. Zaten kaza merkezi 68 haneli bir köydü. Hemen hepsi de Kürt idi. Karar verdim doğruca Selahattin beyin yanına gitmeye. Müftüye ve Bahri’ye söyleyip yanımdaki jandarma ile beraber öğleden sonra hareket ettim. Doğruca konağın kapısına gelip attan indim, Selahattin beyi sordum. Efendim, avdadır şimdi gelir diyerek bir iskemle getirdiler, oturdum. Biraz sonra on beş yirmi kişilik bir kafile geldi. İki karaca vurmuşlar, dört kişi getiriyor. Yanıma geldiler, kendimi takdim ettim. Haydi, buyurun yukarı çıkalım dedi. Çıktık.

Benim epeyce eşyam vardı. Bir bavul ve yataklarım vardı. Ufak bir oda, kapısı çok alçak idi. İçerde bir oda daha vardı. Kahve çay içtik. Akşam oldu, yemekleri yedik, oturduk. Konuşmaya başladık. Ben kendilerinin neden böyle olduklarını, sebeplerini anlamak istediğimi söyledim. Anlatmaya söz verdiler.

Sigara lazım oldu, bavuldan çıkarmak için açtım. “Beyefendi sizin bavul dolu, ne var, affedersiniz söyler misiniz ne var?” dedi. Ben de “Fotoğraf makinesi ve malzemesi vardır, ben meraklıyım resim çekerim” dedim. “O halde yarın ve öbür gün buradasınız, bırakmam, birçok resimler çekeriz, artık benim zahmetime katlanırsınız” dedi. Ne ise gece yarısına kadar bütün maceralarını anlattı. Lise tahsili görmüş, birçok faydalı kitaplar romanlar okumuş, dini bilgisi oldukça kuvvetli, güler yüzlü tatlı sözlü, muhatabına karşı oldukça cazibeli, düzgün ve güzel konuşan, bir gözü takma ve hiç de belli değil, mertçe konuşan bir adam. Söyledikleri kısaca şunlardır:

“Biz hükümete karşı gelip asi olmadık. Hükümet adamları bizi bu yola sevk etti. Evet on on beş kaza halkı bizim bir işaretimizle ayaklanabilir. Fakat yapmadık. Doğrusunu söyledik. Kabul etmediler. Tekrar tekrar vergi istediler, verdik. Velhasıl kendimizi müdafaaya karar verdik. İstenilenleri vermedik, asi olduk, zorba olduk. Hakikatte asi değil de zorbaydık. Çünkü Kürtlerdeki adet üzerine bize onlar her vakit hürmet ederler ve her şeyi verirler. Ben şeyh filan değilim. Fakat bütün köylüler bana şeyh Selahattin derler ve benden medet umarlar. Ben de usulünce icabına bakarım. Hatta çocuğu olmayan kadınlar bile gelir” vs vs anlattı. On resim çektim. Muhtelif pozlar verdiler. Banyolarını yaptık, tab ettik. Nüfus yazımına sıra geldi. Nüfus memuru da gelmişti. Gece yazmaya başladık. Birini saklamak istiyorlardı. O kadar ki defterden silmek için parmak sürüyorlardı. Memura işaret ettim aldırmadı. Bir hane açık bırakıp başka köye geçtik. Ertesi gün ayrıldık.

SAYIMA DEVAM

Bu kaza mıntıkası gayet güzel ormanlarla kaplıdır. Dağ çiçeklerinin her çeşidi vardır. Özellikle suları ve bunların ötesinde gayet leziz bembeyaz balları çok nefistir. Salvo köyünün balı o mıntıkada çok ünlüdür. Neyse, 45 gün belki daha fazla günde işimizi bitirip merkeze geldiğimiz gün Selahattin Bey bir jandarma bölüğü içinde Bitlis’e gidiyordu. Dağlara kar düşmüştü. Üç gün kadar müftünün evinde kalıp işlerimizi tamamladık. Bir sabah otuz kırk kişilik bir kafile halinde yola çıktık. Her taraf karla kaplı, en az iki metre kalınlıkta idi. Gözümle gördüğüm için inandım. Uzun yürüyüşler yaparak üç gün de Bitlis’e gelebildik. 22 Aralık1925 günü idi.

3 Ocak 1926 havalar bazan soğuk, karlı olarak iki ay geçti. Zorbalar toplanıyor. Mart iyi geçti. 1 Nisan 1926 havalar iyileşir gibi oldu. 2 Nisan Cuma namazına gittim. 13 Nisan 1926 Çarşamba günü Ramazan Bayramı idi. Tebriklerde bulunduk. Daire Başkanı Süvari Albay Fahri Bey’den fotoğrafçılık, oymacılık ve ayna yapmayı öğrendim. İlk oyma işini 4 Haziran1926 Perşembe günü yaptım. 20 Haziran 1926 Pazartesi günü Kurban bayramının birinci günü idi. Bayram tebriğine giderken arkamdan hizmet erim gelip ebe lazım dedi. Tesadüf edip gönderdim. 22 Haziran 1926 Salı günü saat 12 de bir oğlumuz oldu. Adını Sabih Nur koyduk. Şimdi Nurhan diyoruz. (Babam Sabih Nur Aytimur)

23 Ağustos 1926 Pazartesi sansür memurluğuna tayin olundum. Daire eski zabıt katiplerinden çok iyi kalpli katip Faik, Yzb. Celal, bizim sınıftan sonradan gelen Remzi vardı. 21 Eylül Salı günü Şube Başkanı Sv. Bnb. Hıdır bey başkasının yerine Kırşehir’e gidiyor. Yerine ben vekalet edeceğim. 30 eylül 1926 sansür memurluğunu Remzi’ye devrettim.

Ahlat, Adilcevaz kazalarından aşiret teşkilatı kaldırıldı. Bitlis şubesine bağlandılar. Şubenin Hizan, Mutki, Ahlat, Adilcevaz olma üzere dört kazası oldu. Bu kazalara gidip yoklama yapacağım. 20 Kasım hareket edip Ahlat’a ve oradan Adilcevaz’a gittim. Adilcevaz bağlık meyvalık bir yerdir. Van gölü kenarında ve Süphan dağının dibindedir. Havası ağır suları oldukça kireçlidir. Bu kazanın köylerini dolaşıp Ahlat’a geldim. Süphan dağına çıkmak istedim, gece kar yağdı çıkamadık.

Ahlat: Türklerin ilk hicrette ilk yurtları olan şehir. Yedi mahalledir, mahalleler birbirinden ayrılmış vaziyettedir. Taştan oyma evleri, mağaraları hala duruyor. Eskiden 12 bin hane olan bu şehir şimdi ufalmıştır. Adilcevaz ve Ahlat da çok bol kayısı vardır. Hele Ahlattakiler Malatya’nın meşhur kayısılarının ayarındadır. İnsanları çok iyidir. Ahlat köylerine çıktım. Köylerin çoğu Nemrut dağının üzerinde Nazik gölü etrafındadır.

Gölde balıkta çoktur. Çok güzel yerlerdir. Yoklamalar bitti. Bir buçuk ay olmuştu. Nurşin (şimdiki Güroymak) nahiyesi üzerinden Bitlis’e geldim. Yolda bir köylü ile beraber geldik. Az daha donacaktık.

Hana girdik. Ateş yaktık, fırtına geçinceye kadar bekledik ve akşamüzeri polis karakoluna kadar gelip biraz ısındım. On gün sonra Mutki’ye gittim. Yol olmadığı için yaya gidip bir hafta merkezde işlerimi gördükten sonra yine yaya olarak merkeze geldim. Ocak ayının son günleri idi. Kar çok, hava soğuktu.

DOĞUBEYAZIT ASKERLİK ŞUBE BŞK.YARDIMCISI

20 Ocak 1927 Erzurum Askerlik Dairesinden bizim daireye resmi bir yazı geldi. Şube başkanı Yzb. Vehbi Bey Doğubayazıt şubesine tayin edildiği halde şimdiye kadar neden gelmemiştir diye soruyorlardı. Daire Kolorduya yazdı. Kolordu böyle bir emir yoktur, Milli Savunma bakanlığından soruldu dedi. Zannederim Mayısta emir geldi. Harcırahımı aldım, hazırlandım. Eşyalarımı katırcılarla Karaköse (Ağrı) şubesine gönderdim. Bir yaylı gelmişti, onu tuttum. Hareket edip Ahlat, Erciş yoluyla Karaköse’ye geldik. İki gün misafir kaldık. Sonra hareketle Doğubayazıt’a geldik. Kenarda, toprak bir ev tuttuk. Şube Başkanı Bnb. Hayri Bey idi. Kürtler gittikçe kuvvetlenmiş birçok olay oluyordu. Bitlisli Yzb. İhsan Ali Kürtlere katılmıştı, İbrahim Talli’nin kurmay başkanı ve en büyük yardımcısıydı. Mevcutları fazlalaşmıştı.

Doğubayazıt eskiden büyük bir şehirmiş, on binden fazla haneymiş. Civarında bulunan Tendürük dağından İstanbul-Bağdat veya İran yolu geçiyor ve bu yol Çaldıran, Tahran’dan geçiyormuş. Ağrı hemen karşısında, 5165 metre. Doğubayazıt’ın bulunduğu yer 3100 mt, arkasındaki tepe 3500 rakımlıdır. Suları çok güzel, havası da güzeldir. Sağında Cenevizliler tarafından yapılmış ve bir tepe üzerinde oldukça büyük bir kale olup 4. Murat zamanında Topal İshak paşa tarafından yaptırılmış ve bu kaleye hakim diğer bir tepe üzerinde muhteşem bir kale vardır. Çok kıymetli, sanat bakımından çok değerli ve içinde camii olan bu kalenin ben de çektiğim birkaç resmi de vardır.

Evvelce bu mıntıkada, ovada pirinç yetiştirilmiş ve kaynağı Ağrı’dan çıkan Murat suyundan istifade edilirmiş. Yine eskiden meyvelik olan bu mıntıkada şimdi ancak iki büyük bahçe kalmış ve ormandan eser kalmamıştır.

Neyse, 20 Temmuz 1927 günler bu suretle geçerken bir gece sonbahar günlerinde idi, Kürtler Doğubayazıt’ı basacağız diye haber gönderiyorlardı. Bir alay vardı. Bir taburda Kızıldize de idi. Tugay komutanı paşa idi. Bir akşam ziyafet veriyorlarmış. Ben de erken yatmıştım. Tam saat 21 de Doğubayazıt’ı iki taraftan basıyorlar. Kuvvetli kısım bizim evin bulunduğu tarafta imiş. Sessiz yürüseler girerlerdi. Fakat Allah büyük, korkmuşlar. (İnsan zayıf)

Bayan (Hayriye hanım) birden beni uyandırdı. Fırladım, piyade ateşi vardı. Bereket versin evin duvarı hemen bir metre kalınlıkta olduğundan korkulmaz. Lamba yanıyor Yanımızda Tabur karargahı vardır. Oradaki erler ve bekçi ateş ediyorlar. “Aman lambayı al, mutfakta bir yer bulup çocukları oraya götürelim“ dedim. Oda kapısını açıp ötekini açarken bir kurşun pencereden girip kapının üst kenarına saplandı, lamba da söndü. Hayriye’yi çektim, tandır yanına getirdim. Orada fenerle kibrit adet üzere hazırdı ve burası dışardan görünmezdi. Yaktım, içeri koşup battaniyeleri getirdim, serdim. Ağlamaya başlayan çocukları da oraya getirdim. “Susun bir şey yok, ben şuradan bakayım“ deyip pencereye geçtim. Karşıdan fazla ateş geliyordu, fakat isabetsiz. Biraz bekledim. Mezarlık karşımızda idi. Oradan Teğmen Yavuz’un bağırması ve diğer subaylardan tanıdık sesler gelmeye başladı. Evin önünde bir gürültü oldu. O taraf pencereye koştum. Aydınlık olduğundan gelenin bir Ağ. Mak. Tüf. Olduğunu gördüm. Köşeye mevziye girer girmez hemen ateş açmaya başladı.

Gece saat 24 e kadar devam etti. Sabah takip edildi iseler de kimse bulunamadı. Bu gece Cuma gecesi idi. Pazartesi gecesi bir baskın daha yaptılarsa da başarılı olamadılar, gittiler. Sonrada harekat başladı. Biz Doğubayazıt’ta iken daha başlangıç demekti.

BİR FUTBOL KULÜBÜ KURULUR

Ben tayyare şubesi saymanlığı yapıyordum. Bir gün gençlerden bir kaçı konuşuyorlardı. Bunlar Erzurum da orta okulda okumuşlar, uyanık idiler. “Yahu bir kulüp açalım, futbol vs oyunlar tertip edelim, hazır burada asker vardır, onlardan da istifade ederiz” diye bir birleri ile istişare ediyorlardı. Duramadım, sözlerine karıştım. “Eğer söz verirseniz, sebat ederseniz size ben baş olurum. Bir kulüp açalım, meraklıları toplayalım, hemen işe başlayalım. Fakat evvela bana genç veya orta yaşlı olmak üzere yirmi arkadaşın bu işi kabul ettiğini göstermek üzere burada, tayyare şubesi salonunda toplanın, görüşelim“ dedim. Hakikaten o akşam 25 kişi geldi, görüştük, konuştuk. Kısa bir talimat hazırladık, dilekçeyi yazdık.

Ertesi gün kaymakamlığa götürüp muamelesini yaptırdım ve Cuma günü açılışını yaptık. Bu işler yapılırken futbol için top filan da gelmişti. Neyse hepsi oldu. Piyade ve Süvari alayları bir araya geldiler. Kulüp büyüdü. Ben de hücum hattında sağ veya sol iç oynardım. Tekel, tapu, istasyon, nüfus memurları, maliyeden iki memur, adliyeden iki memur olup diğerleri serbest gençlerdi. Spor elbiseleri yaptırdığımız gün utandıklarından giymek istemediler. Baktım olmayacak önce ben giydim ve hepsini giydirdim, önlerine düşüp dışarı çıkardık. Zaten binamız tam çarşının karşısında idi. Çarşıdan geçip doğruca sahaya gittik ve alıştılar. Bu suretle memleket gençliği güzel bir faaliyete geçmiş oldu.

Ben şube başkanı yardımcısı idim. Namaz ve niyazla da meşguldüm. Halk iyi insanlardı. İyi memurlar da vardı. Tatlı günler geçiyor, fotoğraf makinesi de işliyordu. Neyse 10 Eylül 1926 da Şube Reisi Hayri Bey’in değişim emri geldi. Benim yok. Halbuki biz her vakit ikimiz bir vakit gideceğiz, şubeyi kime bırakacağız diye konuşurduk. Nihayet Şube reisi gitti. Ben bir süre yalnız kaldım. Dilekçeyi yazıp gönderdim. Abdi Bey isminde bir Bnb. şube reisliğine geldi. 22 Kasım 1928 de cevap geldi. Yanlış hesap edildiğinden yani benim Doğubayazıt’a tayin edildiğim tarihten hesap edilmiş olduğundan bir buçuk sene ziyan ettim. 1929 tayin mevsiminde değiştirileceğim tebliğ edildi. Çok şükür bu suretle işleri yoluna koyduk.

124 YAŞINDAKİ KADIN

Nüfus memuru İbrahim Bey ile birlikte köylere yoklamaya çıktık. Nüfus memurunu çok severlerdi. Çünkü merhum babası eşraftan ve herkesin hürmet ettiği bir zat olup, oğlu da kıymetli idi. Oldukça iyi köyler vardır. İlk olarak Ağrı yakınında bir köye gidip üç gün kaldık. Ağrı dağının resimlerini çektik ayrıldık. Bize muhafız ve silahlı Kürtler eşlik ettiler. Muş’un nahiye köylerine geldik. Beni herkes ismimle söyleyerek fazlaca hürmet ediyorlardı. Bunu merak ettim, nüfus memuruna sordum. “Sen namaz kılıyorsun, Müslüman, doğru ve cesur bir subaysın, bunlar hep seni birbirlerine sorup öğrenmişler onun için seni seviyorlar” dedi. Nahiye merkezinde bir gün kaldık. Zengin bir köye gidip üç gün kaldık. Nihayet Balık köyü yanındaki bir köye geldik, iki gece kaldık. Bu köy kazanın, huduttaki diğer kaza ile diğer köyü olup köy halkı hep bir ailedir. 124 yaşında ihtiyar bir kadın gördük ve misafiri olduk. Altı oğlu, altı kızı sağ ve onların çocukları, çocukların çocukları bu köyün halkıdır. Kadın pek konuşamıyor, bize torunu anlattı.

Göl hemen bir tepe üzerinde, oldukça büyük. Ortasında kaleye benzer bir bina vardır. İmkan olsa gidip görecektim. Güzel balıklar çıkıyor. Avlanıp yiyorlar. Ertesi gün hareket ettik. Aşağıdaki köyler yaylaya çıkmışlar. Altı yedi köy bir arada imiş. Karar verdik oraya gidiyoruz. Geçtiğimiz köyler hep boş, ara sıra bekçiler gelip gidiyorlarmış. Bizim geldiğimizi haber almışlar. Tam akşam üzeri idi. Bir sürü atlı bizi karşıladı. Çadırlara geldik. Çay, kahve ikram ettiler. Koyun sürüleri geldi, emzirme başladı, seyrettik. Akşama harika bir yemek yedik. Rahat yattık. Tam üç gün kaldık. Bir konuşma arasında “Efendi size bu kaza dahilinde kimse el kaldıramaz yalnız günlerce dolaşın bir şey olmaz, biz mert insanlara feda oluruz, siz bizim baş tacımızsınız “ dediler. Üç gün o kadar rahat ettik ki hiç unutamam. Oradan Kızıldiz’e ve diğer köylerden Bayazıt’a geldik. Bir köyde hasta bir kızı da ilaç vererek iyi ettik, muhtarın tek kızıydı.

Bayazıt’da iken bayan (Hayriye) öğretmenlik yaptı. Çocuklarda yanında giderdi. Ben yemekleri evden mektebe götürür orada yerdik. Nihayet yeni harfler çıktı. Ben zaten boş zamanlarımı genellikle okulda geçirirdim. Hep beraber öğrendik. Öğretmen yoktu, ben de yardım ederdim. Sonradan bir kadın üç erkek öğretmen geldi. İlköğretim müfettişleri geldi. Hep imtihan olup vesikaları aldık.

Bayazıt’ da odun yoktu. Ben bir vagon aldım, onun tahtaları ile bir atölye yaptırdım, üst tarafını odun olarak kullandım, koyun dışkısı aldık, kilosu bir kuruşa. Büyük bir soba vardı, onu yakardık, ateş on beş yirmi saat dayanırdı. Nihayet Mayıs geldi. Tayin emrim de geldi. Harcırahlarda geldi. Samsun’da 45. alay, 11. Bölüğüne tayin edilmişim.

Bir Askerin Anıları içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 2 Yorum

Bir Askerin Anıları 13…. Eşkiya Peşinde Koşarken Kurtuluş Savaşı Biter ve Bitlis’ e Tayin.

NOT: Dedem Vehbi Aytimur Yüzbaşı rütbesine yükselmiştir ve Çankırı’da görev yapmaktadır.

NİĞDE YOLUNDA…

Temmuz ve Ağustos aylarını böylece ahenkli ve çok neşeli bir çalışmayla geçirdik. Katibi de evlendirdik. Romanya’daki bölükteki neferlerden bazılar da buradaydı. Bu erler, şimdiki bölük çavuş ve erlerime benim Romanya’daki vaziyetimi anlatırlarmış. Bir gün 1921 Kasım’ında emir geldi. Çorum’a gideceğiz. Hazırlık başladı. Fakat emir değişti, Niğde’ye gidiyoruz.

5 Kasım 1921 Çankırı’dan hareket ettik. Üç taburlu alay, büyük ağırlık, aile ağırlığı, 25 km. Karaşeyh civarına geldik. Yağmur yağıyordu. 6 Kasım akşam akşam Çanlıtepe’ye geldik 25 km. Aileler kağnı ile geliyorlardı. Onlar handa, askerler çadırda kaldık.

7 Kasım da Kalecik’e geldik 21 km. Bir gün istirahat ettik. 9 Kasım 6:30 da hareketle akşam Gümüşhan’a geldik. Erat çadırlarda biz medresede kaldık. Bir gün istirahat. 11 Kasım hareketle Hasandede’ye gelip geceyi geçirdik. 14 kasım Sarılar köyüne geldik, 12 km. 15 Kasım Hamit köyüne 25 km. 16 Kasım Sofular köyüne 15 km. 17 Kasım Kırşehir’e gelip 26 km. bir gün istirahat ettik.

19 Kasım Kurtağıl köyüne geldik, 25 km.  20 Kasım Abuşağı köyüne geldik 18 km. Bu köy çok eski bir köydür. Bütün evler yerin altında ve taş kemerli evlerdir. 21 Kasım Tuz köyüne geldik 18 km. Büyük bir köydür. Üç camii vardır. Tuzları gördük, tuz aldık. Hacı Bektaş Veli’nin köyüdür burası.

Buraya gelirken yolda büyük bir mağara ve Akçakale denilen bir yer gördük. Yine Bektaş köyünde keten tohumu yağı çıkartılan yağ haneyi de görmüştük. 22 Kasım Nevşehir’e gelebildik, 25 km.

Yolda bir çok eski eserler gördük. Kaleyi, etrafını gezerek gördük. Nevşehir çok güzel bir ilçedir. Etrafı geniş bağ ve bahçe olup her taraf zümrüt gibi yeşilliktir. Havası suyu güzeldir. Bir gün istirahatle 25 Kasım 1921 günü hareketle akşamüzeri Malegoyi‘ye (Rum Köyü) geldik. Ev sahibi bize ayrı bir oda verdiği gibi anneme ve ablama da ayrı bir oda vermiş, çok iyi bir şekilde herşeyimizi temin etmişti. Pek güzel bir gece geçirdik. 26 Kasım’da Gölcük köyüne geldik, burası iyi idi. 27 Kasım 1921 sabah 7:30 da hareketle saat 16:30 da Niğde’ye geldik. Eratı yerleştirdik, biz de otelde kaldık. 28 Kasım da saat 11:00 de hareketle, saat 12 de Fertek köyüne geldik.

Bölükleri konakçı heyetinin hazırladığı binalara yerleştirip, kendimiz de gösterilen eve gelip o gece ev sahibine misafir olduk. Ertesi gün cami karşısında olan evin üst katına yerleştik. Ufak ama şirin bir yuva oldu. Fertek çok güzel bir köydür. Bilhassa üzümleri ve meyveleri ile meşhurdur. Erat bir hafta temizlik ve tamirat ile meşgul olduktan sonra talim ve terbiyeye başladık. Kış geldi, yağmur, kar soğuk devam ediyor, talimler de ilerliyordu. Ben Vasfi ile birlikte kimseye haber vermeden, Romanya ve Galiçya’da gördüğümüz mevzii muharebeleri talimleri için bir derede karşılıklı siperler yaptırıp bölüklerimize bu gibi yerlerde yapılacak muharebe şekillerini talim ettiriyorduk. Önce her iki bölükten de en kabiliyetli çavuş, onbaşı ve erlerle uğraşıp mükemmel bir şekilde öğretirdik. Talim ve terbiye çok iyi bir şekilde gelişmişti.

1 Ocak 1922 de Bor’a bir yürüyüş yapı dönüşte Fertek’e bir taarruz hareketi yapıldı. İyi oldu. 22 Ocak 1922 Depolar Genel Müfettişi Alb. Naci bey (Büyük Naci Paşa, şimdi millet vekili) teftişe geldiler. 25 Ocak 1922 muharebe atışı yapıldı. Çok iyi oldu. 19 Ocak da mükafat atışı yapıldı, 1. Bölük kazandı. 30 Ocak günü taburca Niğde’ye yürüyüş yapıp geldik.

16 Şubat günü akşam alayca bir ziyafet verildi. 23 Şubat akşamı iyi bir eğlence, 24 Şubat Seyit Ef. nin, 27 Şubat A.K. nın ziyafeti, 28 Şubat akşamı Kemal Efendinin, 3 Mart 1922 akşamı Cemal Efendinin ziyafetleri vardı. Bunlar terfi etmişlerdi, alay terfilerini kutluyordu.

6 Mart 1922 günü iç işleri bakanı olan Atıf Bey (Niğde millet vekili), sancak yöneticisi ve vekil Hilmi bey ile birlikte alayı görmek için geldiler. Alayca erat ve subaylar arasında mükafat atışları, müsabaka atışları, mevzii muharebeleri, bomba ile taarruz ve hücumlar gösterildi. Müsabaka atışları yaparken A.K. na gidip yapılan siperlerde mevzii muharebelerini göstermek istediğimiz ve bölüklerin bu atışları önceden hazırlamış olduklarını söyledik. Pekala, görelim dedi. Burada gösteriler bitince biz hemen siperlere gelip kıtaları hazırladık. Onları da benim bölükten Selahattin aldı, geldi. Siperlerin yanına gelince başta misafirler olmak üzere bütün alay subayları hayretler içinde kalmıştı. Önce kül doldurulmuş bombalarla talimler gösterip sonradan karşı tarafı boşaltarak hakiki bombalarla bir mevziiye taarruz şeklini gerçek bir şekilde gösterdik ve detaylarıyla izah ettik. Misafirlerin ve herkesin hoşuna gitti, bizi takdir ettilerdi.

7 Mart günü yaver Kemal’in, 10 Martta Şevkinin, 17 Mart Ömer’in ziyafeti verildi.

18 Mart 1922 günü ise dünyaya gelen oğlum Suphi’nin şerbet ziyafeti verildi. (NOT: Elliot Suphi diye bilinen büyük amcamız  şair Suphi Aytimur)

23 Mart Selahattin beyin, 26 Mart Abdurrahman’ın ziyafeti vardı. Bunlar hep neşe kaynağı idi. 30 Mart günü taburca Dilmason’a yürüyüş yapıldı. 5 Nisan da müfettiş muavini Selahattin Bey geldi, gitti. 12 Nisan 1922 Berat kandili gecesiydi. Camiye gittim. 29 Nisan Ramazanın ilk günü idi, oruç tutmaya niyet ettim ve bölükteki Süleyman Efendi ile başladık. Arkadaşıma evden yemek getirttim.

10 Mayıs 1922 gecesi taburca Niğde’ye kadar yürüyüş yapıldı. 22 Mayıs akşamı Niğde’de Abdurrahman Efendinin iftarına katılıp döndük. 27 Mayıs 1922 günü Ramazan bayramı oldu. Bayram namazına gittik. Evlerde bayramlaştık. 28 Mayıs 1922 günü Alay ve Tabur komutanlarını tebrik ettik. Öğleden sonra subay arkadaşların bayram tebriği için evlerini dolaştık. Akşam Sabri bey’in evinde 3. Bl. K. Kemal Efendinin nikah merasiminde hazır bulunduk. 29 mayıs 3. Taburu tebriğe gidip geldik. Akşam Kızılay yararına alayca tertip edilen oyuna gittik. Çok güzel oldu.

3 Haziran 1922 de Alay komutanı taburu teftiş etti, bölükleri beğendi. 11 haziran 1922 Andaval (Niğde Aktaş köyü) köyüne taburca yürüyüş yaptık, gidiş geliş 30 km idi.16 Haziran yeni müfettiş Alb. Nazif Bey gelip alayı teftiş etti. 2 Temmuz Andaval’dan geçilerek Maşlıh’a (?) yürüyüş. 3 Temmuz da geri gelindi. 12 Temmuz taburca yürüyüş. 23 Temmuz Niğde’ye bayram merasimine gidildi. 30 Temmuz yürüyüşe gidip ertesi gün gelindi.

4 Ağustos 1922 Kurban Bayramıydı. Niğde’ye gidip geldik Bayram çok iyi geçti. 13 Ağustos 1922 günü 250 eri cepheye sevk etmek üzere Çay istasyonuna götürüp orada kıtayı teslim edip döndük. Bir gün Adramusun’a ( Bugün ki Niğde Koyunlu köyü) gittik. Büyük ve güzel bir havuz vardı, çoğu arkadaşları suya attık. O akşam çok hem de pek çok eğlendik. Gelirken taşlıklar içinde ne eğlenceler yaptık, görülecek şeylerdi. Velhasıl Fertek’de de çok çalışırdık ama Cuma günü de acısını çıkartırdık. Ben içki kullanmadığım halde arkadaşlarımın bütün eğlencelerine katılırdım.

Bölüklerden iki defa erat sevk edildikten sonra gerisi kalmıştı. Onlar da o kadar iyi yetişmişlerdi ki görülmeye değerdi. Her iş makine gibi işliyordu. Harp sonuna gelmiştik. Son taarruzlar başlamak üzereydi. Bölüklerin bütün teçhizat vs. temin edilmişti. Fakat geç kalıyorduk. Biz de bir an evvel cephede olmak istiyorduk. Lakin kıtaya bağlıydık.

26 AĞUSTOS 1922 ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR, İLERİ!

Bir gün taburun meydanda içtima etmesi emredildi. Günlerden 26 Ağustos Cumartesi idi. Alay komutanı bir nutuk söyledi, hoca dua etti, ya Allah deyip o gün cepheye gitmek üzere yola çıktık. 2. Ordu emrine gidiyorduk. Bor’dan geçerek Kolsuz köyüne, 27 Ağustos 1922 öğleden sonra Ulukışla’ya geldik. Akşam trene bindik. 28 Ağustos 1922 Alaca istasyonu, öğle vakti Konya’dan, Pazarağaç’tan geçerek Çay istasyonuna gelip 29 Ağustos 1922 trenden indik ve Pazarağaç köyüne gelip evlere yerleştik.

KURTULUŞ SAVAŞI BİTMİŞTİR

10 Eylül 1922 günü Pazarağaç’tan hareketle öğleyin Çay’a gelip 13 Eylül Çarşamba gününe kadar kalıp, o gün hareketle akşam geç vakit Afyon’a geldik. Nihayet 2 Ekim 1922 Pazar günü hareketle İnönü’ye, 3 Ekim Pusar köyü’ne, 4 Ekim Kütahya’ya geldik. Çok güzel bir şehirdir. Biz buralarda böyle hareket ederken harp bitmiş düşman denize dökülmüştü. 10 Ekim de Sofçı köyüne, 11 Ekim de Akpınar’a, 12 Ekim de Pazarcık ilçe merkezine gelerek orada kaldık. İşçe düşman tarafından oldukça yakılmış ise de halk tarafından tekrar yapılmıştır, ufak ve şirin bir merkezdir.

YOLLAR, YOLLAR…

Bir gün istirahat edilerek14 ekim günü İnegöl’e gelindi. 15 Ekim 1922 Bursa’ya gelip Muradiye’de kaldık. 17 Ekim 1922 Atatürk Bursa’ya geldi. Bursa da kaldığımız sürede hep zafer şenlikleri yapıldı. Biz de katılıyorduk. 20 Ekim günü Akçalar köyüne, 21 Ekim de Gültaş köyüne, 22 Ekim de Meram köyüne, 23 Ekim de Susığırlı’ya ( Bursa, Kazıklı köyü) geldik. 24 Ekim gece yarısı Balıkesir’e geldik, o geceden itibaren erleri almaya başladılar. 30 Ekim 1922 Kazım Paşa geldi. Gece gösteri yapıldı, erlerin çoğu katıldı Biz de gidiyoruz.

21 Ekim günü arabalarla hareket edip Osmanlar köyüne, 1 Kasım 1922 Havran köyüne gelip topçu bölüğüne misafir olduk. 2 Kasım Çarşamba saat 9:00 da hareketle 11:00 de Edremit’e geldik. Ben amcazadelerimi bulup eve gittim. 4 Kasım 1922 zafer şenlikleri yapıldı. Neşeliydik. Yengem çok iyi idi, çok zahmet ve zorluk çekmişlerdi.

8 Kasım da Papazlık köyün de Rıza Efendiye ye misafir oldum. 9 Kasım Perşembe günü arkadaşlarla birlikte Nazarlı’ya geldik ve çok rahat ettik. 10 Kasım da çok güzel yerlerden geçerek iyi bir evde misafir olduk, rahat ettik. 11 Kasım Cuma günü Bayramiç’ e geldik. Özlük işlerine gittim, 14. Tümene tayin edildiğimi tebliğ ettiler. 12 Kasım 1922 Ezine’ye gittim. 26. Alay 3.Tabur 11.  Bölüğe  tayin  edildim.  14  Kasım’da  Ayvacık’a geldim. Alay ve Tabur komutanlarını ziyaret edip doğruca bölüğe geldim. Bölük de Yd. Sb. Nevşehirli Mustafa Bey vardı. İyi bir arkadaştı. Ayvacık güzel ve şirin bir kasabadır. Adalılar vardır, onlarla görüşüyoruz. Mustafa Bey fotoğrafçıdır, bize de öğretmeye başladı.

LOZAN KONFERANSI ve YOLLARDA SAVRULAN AİLELER…

20 Kasım 1922 Pazartesi günü Lozan Konferansının toplandığı haberi alındı. 24 Kasım 1922 yeni padişah için şenlik yapıldı Fakat herkesin bir derdi vardır. Ne bileyim ben. Bizimkiler nerede bilemiyorum. 28 Kasımda yolda çalışmaya gittik. Çok yağmur yağdı, fena halde ıslandık. Ben oradaki bir değirmene sığınıp bölüğü gönderdim, sonra geldim. 6 Aralık 1922 günü baytar İhsan Bey den telgraf aldım, Akhisar’dalarmış. (NOT: Büyük ihtimalle babaannem Hayriye, onun annesi ve ilk oğlu Suphi, Niğde Fertek’ten gelmişler)

Havalar soğuk ve yağmurlu gidiyor. 26 Aralık 1922 günü bir telgraf aldım. Edremit’e gelmek için para istiyorlar (NOT: Ailesi) 28/29 Aralık 1922 Emir geldi, 29 Aralık da yağmur altında olmak üzere Balıklı’ya geldik. Sıkılıyorum, rahatsızım. 1 Ocak 1923 öğleden sonra hareket emri geldi. Akşam hareket edip yine yağmur altında sabaha karşı İsrailli (?) köyüne gelip yerleştik. Rahatsızım, yattım. İyi bir köydür. Her tarafı zeytinlik ve zengin yerlerdir. Hasan’ı Bayramiç’e gönderdim, gitti ve geldi. 11 Ocak 1923 günü Akhisar’a çocukları alıp Edremit’e getirmek üzere gönderdim. 17 Ocak çok soğuk. 19 Ocak kar yağdı. 1 Şubat 1923 günü Hasan’dan telgraf aldım, Edremit’e gelmişlerdir NOT: Ailesi) 4/5 Şubat günü gece tatbikatı yapıldı.

9/10 Şubat günü Tb. K. ları ile birlik de Ezine’ye gitmemiz emredildi. Gittik. Kolordu Komutanı 25. Alayı denetledi. Otomatik tüfek, bombalar hakkında münakaşalar, müzakereler yapıldı ve çok üşüdük. Akşam geç vakit döndüm. 15 Şubat 1923 günü Alay Komutanı taburu denetleyip gitti. 23 Şubat 1923 günü Hasan ile eve 70 lira gönderdim. 25 Şubat günü alayca gece tatbikatı yapıldı, Kol. Tüm. ve Tug. K. ları da hazır bulundu, iyi oldu. 3 Mart 1923 bu gün Pazar köyü istikametinde manevra yaptık. 16 mart 1923 günü Vasfi ile birlikte …….(???) görmek üzere gidip geldik.

25 Mart 1923 onbaşı kursuna tayin olundum NOT: Öğretmen olarak) Hareket emri geldi, hareket edip saat 10 da Yenioba da kaldık. 26 Mart sabah karşı saat 02:00 de hareketle, saat 12:00 de Ericek köyüne, 2 Nisan 1923 Pazar günü hareketle Perges’e (?) geldik ve sahil mıntıkasını teslim aldık. Babakale yakındı 7 Nisan 1923 bütün karakolları dolaştım, ömür yerlerdir. Her taraf bağ bahçe, hava güzel, su iyi. 9 Nisan 1923 yağ vs aldırdım ve belediye reisinin hayvanı ile hareketle Berges de Makinalı kazım bey de misafir kaldım.10 Nisan 1923 günü sabah 08:30 hareketle Ayvacık’a gelip, oradan da saat 19:00 da Hatmi’ye geldim. 11 Nisan saat 8 de hareketle Edremit’e geldim. Gördüm (NOT: Ailesini…)

Bir hafta kaldım, rahat ettim. Amcazadelerimle, annemle, oğlumla, karımla görüştüm. 18 Nisan Çarşamba günü saat 09:00 da hareketle Akşam Hatmi’de kalıp ertesi gün Ayvacık’a geldik. Mustafa Bey de buradaymış. Gece kaldık. 21 Nisan günü beraberce Berges’e geldik, sonra da Külahlı’ya geldik. Talim ve terbiye ile uğraşıyoruz. 6 Mayıs günü Külahlı mıntıkasını teslim edip Berges’e geldim. 19 Mayıs 1923 günü Paşa köyündeki A. Kh. na bayram tebriğine gidip akşam döndük.

21 Mayıs 1923 Edremit-Ayvacık yolu üzerinde ormanlıkta çadırlı ordugâha yerleştik. Hava, su o kadar güzel ki. Çınar ağaçlarından şezlong yaptırdık. Güzel bir bahçeyi toparlayıp içinde oturmaya başladık. Bir çeşme yaptırdık. Çam ağaçlarının mis kokulu gölgelerinde, cennet gibi yerlerde hem talim yapıyor, hem de iyi günler geçiriyorduk. Ordugahta üç ay kadar kaldıktan sonra Tümen lağvedildi (Kaldırıldı). Alayımız Kolordu emrine geçti. Dil iskelesinden vapurla İzmir’e geldik. İki gün kaldık. İzmir’de Bor’lu Cemal beyi gördüm. Evine yemeğe davet etti, gittik. İki sonra trenle Uşak’a geldik. Uşak güzel bir kasabadır. İki ay kadar oturduk. Bu sefer de Alay kaldırıldı. Ben İzmir’de 57. Tümene tayin edildim. O vakit Ayvacık’da ordugahta iken amcazadem Refik asker olmuştu, yanıma almıştım. Onu İzmir’e halamın yanına gönderdim. Ben taburla hareket ettim. Bir hafta kadar kaldık İzmir’de. Tabur kışlada kaldı. Urla’ya alaya gittik, etrafa dağıttılar. Biz de tayin emirlerimizi bekliyorduk. Çıka çıka kıdemsiz sınıfın eğitimlerinin tamamlanması için Harbiye’ye gelmemiz emredildi.

Doğru İzmir’e Tümene gelip kışlada yerleştik. İzmir Mrk. K. Rasim bey olup, Çarşambalı Yd. Sb. Bahri de inzibat sunayı idi. Refik benden evvel hemen Edremit’e kaçıyor. Bir hafta sonra harcırahlarımızı aldık. Mart ayında Harbiye’de bulunmak üzere emir verdiler. Ben vapurla Edremit’e geldim. Hazırlandık. Bahr-ı cedit vapuru ile İstanbul’a gelip, Beşiktaş Valide Çeşme’de bahçe içinde bir ev bulup yerleştik. 20 Şubat 1924 İstanbul’a gelirken bir yerde karaya oturduk ve kurtulduk. Vapur tenha olup güzel bir seyahat yapmıştık.

VEHBİ AYTİMUR’UN HARBİYE’DE KIDEM ALMA DERSLERİ

Bir hafta sonra kadar Harbiye’ye gittim. Derslere başladık. Refik de işini uydurup Beyoğlu’n da bir pansiyona yerleşti. Şoförlük dersleri görüp belge aldı. 1 Nisan 1924 günü Kazım Karabekir paşa, Üniversite rektörü (Darülfünun emini) konferans verdiler. Açık maaşı alıyorum. Ramazanın birinci günü olduğu halde hastalığımdan oruç tutamadım, ancak üçüncü günü başladım. Teravih namazlarını muhtelif camilerde kılıyorum. 11 Nisan 1924 Ayasofya da, 14 Nisan Beşiktaş Sinan paşa da, 15 Nisan öğle namazını Teşvikiye camiinde namaz kıldım 23 Nisan 1924 Şenlik vardı. Şehzade başına gittik, rezalet. 25 Nisan 1924 Cuma namazını Sultan Ahmet camiin de, teravih namazını Tophane camiin de kıldım.

18 Mayıs 1924 Pazar günü Zincirlikuyu taktik tatbikatına gittik. Öğretmen İsmail Berkok, 25 mayıs 1924 Pazartesi günü İstihkam tatbikatı abidede yapıldı 30 mayıs Cuma namazını Fatih camiin de kıldık. 2 Haziran 1924 Pazartesi günü Çengelköy İbadiye tepesine giderek taktik meselesi halledildi. Rasathane gezildi. Fatih Hoca’yı dinledik. 25 Haziran 1924 taktik plan tatbikatı sınavı, 26 Haziran Perşembe günü topoğrafya tatbikat sınavı, Zincirlikuyu’da yapıldı. 28 Haziran 1924 Cumartesi günü taktik yazılı sınavı, 29 Haziran topoğrafya sınavı dershanede yapıldı.

30 Haziran Pazartesi Devlet idaresi kanunları sınavı, 1 Temmuz İstihkam, 2 Temmuz Çarşamba sağlık, 3 Temmuz silah, 5 Temmuz 1924 Cumartesi muhabere, 6 Temmuz Pazar …….., 7 Temmuz Pazartesi harp tarihi, 8 Temmuz Salı teşkilat, 9 Temmuz Çarşamba coğrafya, 10 Temmuz 1924 bitiş imtihanlar yapıldı, iyi geçti.

12 Temmuz Cumartesi saat 6.10 da bir kızım oldu (NOT: Büyük halam Sehran Aytimur) 13 Temmuz 1924 Pazar günü Kurban bayramı idi. 15 Temmuz Salı günü Kazım paşayı (NOT: Müşir Kazım Paşa) tebriğe büyük adaya gittik, ziyarete ettik. Bostancı da Salih Paşayı (NOT: Bir başka amca, ancak aile ağacındaki yeri kesin belli değil?) ararken emekli Albay Tevfik beyi (NOT: amca Miralay Tevfik bey olabilir) bulduk, görüştük. 2 Ağustos Cumartesi Bostancı da tuttuğumuz eve taşındık. Ufak ve tam tren hattının kenarında iki oda ve bir mutfaktan ibaret bir evdi. Atış okuluna devam ediyorduk. Amcazadem Refik askerliğini bitirerek terhis edildi.

HARBİYE’DEN DİPLOMA ve BİTLİS’E TAYİN

13 Ekim 1924 Pazartesi günü Hayriye Bursa’ya gitti 17 Ekim Cuma namazını Yeraltı camiinde kıldım. 27 Ekim Hayriye Bursa’dan geldi. 1 Kasım da okula gidip maaşları aldık, alaka kesildi. 6 Kasım 1924 Perşembe günü diplomaları aldık. 7 Kasım Cuma namazını Yeraltı camiinde kıldım. Harcırah için uğraşıyoruz. Aile harcırahı vermiyorlar. 10 Kasım Pazartesi bu gün evdeyim, biraz birbirimiz gördük. 12 Kasım Çarşamba akşamı Hayri beylere gittik. Dilekçe vermeye karar verdik. 13 kasım Perşembe günü Merkez Komutanlığına dilekçe verdim. Haydarpaşa’ya havale ettiler. Muayene neticesi maalesef oldu. 14 Kasım Cuma namazını Bostancı da kıldım. Maaş belgelerini tekrar atış okuluna verdim. Harcırahı almak için bekleyeceğiz. Kayınvalide Bitlis’e gitmek hiç istemiyordu. Uzun yolculuk ona dokunuyordu. 20 Kasım Perşembe günü sabah erkenden kalkmış, kahvesini içmiş, benim için hazırlık yapmak için mutfağa gidip gelirken birden bire yuvarlanıyor, işittim hemen fırladım. Kucaklayıp yatağına yatırdım. O gün bir netice alamadık. Ertesi gün, Cuma günü Doktor İskender’i getirdim. Muayene etti beyin kanaması dedi gitti. Hemen Bursa’ya Sabri beye yazdım. 24 Kasım Pazartesi günü kendi isteği ile benim dizimde yatarken Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Allah rahmet etsin.

24 Kasım 1924 Cuma günü maaş aldım. İki üç gün Tevfik beyin orada kaldık. Hayriye Kadıköy’e gidelim dedi. Mehmet beylerin evini arıyorum bulamıyorum. En nihayet Topkapı sarayına gittim, orada buldum, adresi aldım. 30 Kasım Pazar günü Kadıköy’ e geldik Mehmet beylere misafir olduk. 1 Aralık 1924 İstanbul’a gidip öteberi alarak döndük. 4 Aralık 1924 Harcırah sevkiyattan verilecek dediler. 5 Aralık Bostancıya gidip kalan eşyayı getirdim. 12 Aralık Cuma namazını Yeraltı camiinde kıldım.

18 Aralık Harbiye’ye gittim. Harcırah ve maaş işi Ali Sait paşaya söylendi. Aile harcırahı Cumartesi gününe kaldı. 19 Aralık Cuma günü Kadıköy Osman ağa camiinde namazdan sonra mevlit okundu. 20 Aralık 1924 harcırah muamelesi bitti, para gelince alacağız. 26 Aralık Cuma’yı Kadıköy Osman ağa camiinde kıldım. 31 Aralık 1924 Cumartesi günü şahsi harcırah ve maaşımı aldım. 2 Ocak 1925 Cuma namazını Yeraltı camiinde kıldım. 9 Ocak Cumayı Eyüp Sultan camiin de kıldım. 13 Ocak 1925 Salı günü aile harcırahı verilecek dedilerse de olmadı. 19 Ocak’da zorla harcırah çekini aldım. 20 Ocak 1925 Salı günü çok şükür parayı aldım.

BİTLİS’E YOLCULUK, İKİ KÜÇÜK ÇOCUKLA…

NOT: Bu bölümü okurken de, düzenlerken de yoruldum. asker çocuğu olarak, çocukluğum, ilk gençliğim trenler, otobüsler, kamyonlarda geçti üç yılda bir taşınırken; 1960- 1968 arasında Istanbul-Sivas-Ağrı-Sivas… Bu yüzden ev taşımaktan nefret ederim (1968’den sonra da çok eve taşıdık).

——————————————————————————————-

24 Ocak Cumartesi günü Haydarpaşa’dan trene bindik, Sabaha karşı saat 01:00 de Eskişehir’de, 07:49 da Afyon’da, Akşam Konya’da, sabaha karşı Ulukışla’ya geldik.  Saat 8 de Yenice’ye geldik. 26 Ocak 1925   Pazartesi  günü Yenice’den hareket, Adana’ya geldik. Murat palas oteline indik.

Perşembe günü 29 Ocak 1925 istasyona gelip sevk memurunun odasında geceledik. 30 Ocak 1925 Cuma günü saat 7:30 da hareket, akşam Müslimiye’ye geldik. 31 Ocak1925 7:30 da Cerablus köprüsünü geçtik. 2 Şubat Pazartesi günü akşamı Mardin’e gelip Behiç Bey’e misafir olduk. Hep bir odada yattık. 3 Şubat da yaya olarak Mardin’e çıktık. 3. 5 saat sürdü. O gün araba tuttuk. 4 Şubat Çarşamba günü 6:00 da hareket edip akşam karanlık bir odada kaldık. 5 Şubat Perşembe günü saat 8:00 de hareket edip akşam üzeri Diyarbakır’ a geldik.

8 Şubat 1925 günü eşyalar geldi. Bitlis’li katırcılara teslim edip gönderdim. 9 Şubat Pazartesi günü Malatyalı Hüsnü adındaki arabacının yaylısını tutup hareket ettik. Bismil de kaldık. 10 Şubat 1925 Genç Ağa’nın köyünde, 11. günü Garzan’a (Tunceli’nin ilçesi bugünki Kurtalan köyü) 12. gün Ziyaret’e geldik.

Büyük dört köşe bir bina, türbedar bize bir oda gösterdi, birçok odası vardı. Bir de jandarma karakolu vardı. Odaya girdik, yanımızda iki çocuğumuz vardı, Suphi ve Sehran. Silahlı Kürtler vardı, epeyce korktuk. Fakat kapının önünde arabacı ile konuşurken silahlı bir Kürt gelip elimi öptü. “Sen benim bölük komutanımsın, merak etme, size bir zarar gelmez ne isterseniz getireyim “ diyerek bize süt, yoğurt, peynir, ekmek getirdi.

DONDURUCU SOĞUKTA KATIR ÜSTÜNDE SEYAHAT

Sabah baktık kimseler yoktu. 13 Şubat 1925 Doğanhan’a gelip yattık. Kar yağmıştı. Araba izi yoktu. Mukaveleye göre iki katır tuttu, o Diyarbakır’a biz de Bitlis’e doğru yola çıktık. 14 Şubat 1925 günüydü, çocukları kucağımıza aldık, Deliklitaş’ı geçtikten sonra soğuk başladı. Bayan üşümeye başladı. Ben katırdan indim, çocuğu katırcıya verdim, bayandaki çocuğu aldım. Katırın üstünde hareketler yaptırmaya başladımsa da benim uykum geliyor diyerek yapmaktan vaz geçti. İndirdim, katırları birbirine bağladık. Çocukların birini katırcı, birini ben aldım. Sürükleyerek yürütmeye başladık.

Katırcı ağlıyordu. Biraz gittik, arkadan dört Kürt geliyordu. Yanımız gelince katırcı ile konuştular, sonra bana Türkçe “ Çocukları veriniz götürelim“ diyerek abaları çıkartıp çocukları içine koyup sardılar. Bir genç vardı, onu bıraktılar. “Bayanın kolundan tut, beyle beraber getir, sen da katırlara bak” deyip yürüdüler. İki saat kadar yürüdük, bayan da açıldı, “Aman çocuklarımı kaçırdılar mı?” diye ağlamaya başladı. Fakat Kürtler kuytu bir yerde bizi bekliyorlarmış. “Nereye gideceksiniz biz de bilmiyoruz, Şaban Efendi’nin evine geliniz biz çocukları oraya götürürüz” diyerek gittiler.

BİTLİS’E VARIŞ

Tam akşam üzeriydi, otelden içeri girdik. Yanımızdaki Kürt’ü de, diğer o Kürtleri de göremedik. Otelci biz karşıladı. Ne görelim odada iki karyola var, soba yanıyor, çocuklar yatak üzerine oturmuşlar, önlerinde tepsi, çay, bisküvi var. Şaban Efendi de onlarla meşgul. Biz içeri girince “Hanım sen ateşe yaklaşma, şu karyolaya otur, çay iç ısın“ dedi. Ne ise iki saat sonra bir şeyimiz kalmadı. Bir müddet sonra büyük bir tepsi içinde yemek geldi. Çorba, et, pilav, turşu vs vardı. O kadar makbule geçti ki hiç unutamam o günü. Allah razı olsun Şaban Efendiden. 15/16 günleri de otelde kaldık. Bu günler içinde Şube reisini gördüm, bir ev buldum, Kazım Paşa’yı gördüm. Hem 2. Tümen komutanı hem de Bitlis valisi idi.

17. günü eve gelip iki gün temizlik yaptık.

Bir Askerin Anıları içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Müşir Kazım Paşa (Kazım Alpan) ve Sakızlı Ahmet Esat Paşa Hakkında

Bir Askerin Anıları adlı yazı dizisinin 1. bölümünde dedemin anılarındaki notlara dayanarak baba tarafımızın izinin Sakız Müftüsü Mustafa Efendi’ye (Seyit Mustafa) kadar sürülebildiğini yazmıştım. Müftü’nün oğlu ise dedem Kolağası (yüzbaşı-binbaşı arası rütbe) Mehmet Efendi olup, onun oğlu da dedem Vehbi Aytimur.

Anılarla haşır neşir olurken, dedemin yazdığı ilk sayfalarda adı geçen isimlere de eğilmek geldi içimden. Bu isimler, yani Müşir Kazım Paşa ile ağabeyi Sakızlı Esat Paşa, büyüklerini bilmediğimiz Miralay Tevfik bey ve bir başka Miralay Mehmet Bey ve benim büyük dedem Kolağası Mehmet Efendi, erkek – kız kardeş çocuklarıdır. Yani Esat Paşa – Kazım Paşa’nın babası olan Sakızlı Süleyman ile Sakız Müftüsü Mustafa (Seyit Mustafa) kardeşler imiş ve başka kardeş(ler) daha var Miralayların babası olan. Bu kuzenlere dedem Kolağası Mehmet Efendinin kardeşleri Binbaşı Vehbi bey (Hicaz’da vefat eden), Molva Kalesi Cerrahı Süleyman Sırrı bey ve İsmet Hanım’ı da eklemek gerek.

Sakızlı Esat Paşa ve Müşir Kazım Paşa dürüst, çalışkan ve becerikli insanlarmış. İkisi de devlet kademelerinde çok yükselmişler. Sultan Abdülaziz döneminde Esat paşa iki kez sadrazamlık da yapmış Osmanlı’nın son ve zor dönemlerinde, ancak çekemeyeni de çok olmuş. Büyük büyük büyük amcamız olan Esat Paşa Darüşşafaka’nın kurucularındandır. Esat Paşa sadrazamlıktan alınınca önce Nafıa nazırlığı yapmış, sonra da Aydın’a vali atanmış. Aydın’dan İzmir’e bir yolculuğunda içtiği kahveden zehirlenerek ölmüş! Dedem anılarında Esat paşanın zehirlenerek öldürüldüğünü yazıyor, Internet üzerindeki kaynaklar da öyle. Ruhu şadolsun. Esat dedemiz tarihçi Celal Esat Arseven’in babası.

Müşir Kazım Paşa’nın yaşamı daha uzun. O, Gazi Osman Paşa ile birlikte Plevne savaşının kahramanlarından birisi. Kale düştükten sonra Rus komutan tarafından kılıcı iade edilen o. 1894 yılında Müşir olmuş. Paşa’nın yaşamına ilişkin olarak Internet üzerinde çok yayın var. İşkodra, Hicaz Valiliklerinde bulunmuş ve Hicaz demiryolu yapımını yönetmiş. Kazım dedemiz 1909 da askerliği bıraktıktan sonra Büyükada’da bir otel inşa ettirmiş. Otelin adı Splendid. Tesis yıllardır Kazım paşanın ailesi tarafından işletilmekte ve pek tanınan bilinen bir yer turizm dünyası içinde. Bunun hikayesi de Internet üzerinde mevcut (http://www.splendidhotel.net/)

Soldaki foto ise Kazım Paşanın yağlı boya bir tablosundan büyük torunu tarafından çekilen bir fotoğraf. Sağ olsun, Kazım dedenin torunu olan büyük kuzen gönderdi bana.

Büyük büyük büyük amcamız olan Müşir Kazım Paşaya ilişkin olarak Internet üzerinde ne var diye araştırırken kendisi ile 1934 yılında yapılan bir gazete için röportajı buldum. Paşa o sırada 95 yaşlarında olmalı doğum tarihi 1839 olduğuna göre; ama nedense röportajın orijinal başlığında 92 diye geçiyor! O röportajın siber alemde öylece kalmasına gönlüm razı gelmedi. Alıp aynen burada yayınlamayı uygun gördüm. Tabi tarih konusundaki yanlışları da düzelterek Kazım paşa, aile ağacındaki bilgiye göre 1839 – 1934 yılları arasında yaşamıştır. Ruhun şad olsun büyük büyük büyük amca.

Internet üzerindeki kaynaklarda paşanın doğum tarihi olarak 1855 yılı geçmekte ise de bu tarih yanlıştır. Aynı kaynaklar paşanın harp okulundan mezuniyet tarihini 1870 olarak vermektedir. 15 yaşında yani! Yine Internet üzerindeki kaynaklarda Esat Paşa ve Müşir Kazım Paşa’nın babası olarak Kolağası Mehmet yazmaktadır ancak bu da yanlıştır. Bir kaynakta bir Kolağası Ahmet’in bu iki çocuğu Sakız adasından alıp Istanbul’a götürdüğü yazılı. Belki buradan bir karmaşa çıkmaktadır. İki paşa da Bursa Işıklar askeri lisesinde okumuşlar.

(https://turkinkilabi.com/92-yasinda-bulunan-musir-kazim-pasa-plevne-harbini-anlatiyor/)
Aşaüğıdaki röportajın yayınlandığı gazetenin kupürü

“Harbiye mektebinin sağ kalan bir tek eski talebesi var!”, dediler, adresini tarif ettiler. Birden bire, Harbiye’nin yüzüncü yıl dönümünde bu en eski talebenin duygularını, hatıralarını, tespit etmeyi arzuladım.

Müşir Kâzım Paşa Büyükada’da, sahibi bulunduğu büyük bir otelin bir katında otururmuş, bana onun adını verenler ilave ettiler:

“Bugün tam doksan iki yaşındadır o…”

“Ne gözleri görür…”

“Ne kulakları işitir…”

“Plevne Harbi’ne iştirak etmiştir…”

“Bir yıldır hasta yatıyor…”

Bütün bunlar, benim bu en kıdemli talebeyi arayıp bulmama, duygularını tespit etmek teşebbüsüme mani olmadı.

Aradım, buldum.

Ayaklarımızın ucuna basa basa loş bir koridor geçiyoruz. Müşir Kâzım Paşa’nın kızı Nazire Hanım, hafif bir sesle anlatıyor:

“Üç senedir yatıyor. Son günlerde ağırlaştı. Bazen fiyevri (ateşi) yükseliyor. Kendini bilmez bir hale geliyor paşa. Şimdi konuşabileceğinizi hiç zannetmiyorum. Bir görünüz, beyefendi…”

Loş koridor bizi aydınlık bir odaya çıkardı. Geniş bir karyolada, paşa, hareketsiz yatıyordu. Sakalları bembeyazdı. Ve, başı kar gibi beyaz bir takke taşıyordu.

Bu, döşeğinde kımıldamadan uzanan doksan iki yaşındaki kumandanı rahatsız etmemek için neredeyse nefes almayacaktım. Nazire Hanım, sesinin aynı hafif tonuyla kulağıma fısıldıyordu:

“Bazen dışarda çalınan bir askeri muzika, şurada hareketsiz gördüğünüz paşayı öyle bir canlandırır, öyle bir harekete getirir ki, şaşarsınız beyefendi. Onun güç işiten kulakları, çok uzaklarda çalınan bir askeri muzikanın sesini kolaylıkla ayırabilir. Muzika, onun güç gören gözlerini birdenbire ferlendirir. Olduğu yerde doğrulmaya çalışır, elleri titrer.”

Müşir Kâzım Paşa’da birden bire bir hareket oldu. Eğildim, baktım: Kalın, gür kaşların altında oyuklarına kaçan bir çift mavi göz gördüm. Nazire Hanım beni ve ziyaret maksadımı anlattı. Paşa heyecanlandı. “Ne yazık ki” dedi, “hastalığım, halsizliğim, Harbiye’nin yüzüncü yıl dönümü merasimine iştirakten beni alıkoyuyor.” Sonra kızına hitap etti:

“Bu iyi güne bir sedyeyle iştirak edebilmenin imkanları bulunabilir zannediyorum.”

“Ağustos’un otuzuna daha zaman var, efendim. O güne kadar inşallah iyileşeceksiniz, efendim.”

İhtiyar kumandan şimdi ağır ağır, kesik kesik Plevne Harbi’ni anlatıyor bana.

“İzmir’deydim. Kolağasıydım. Dördüncü alayın ikinci taburunu ben yetiştiriyordum. İkinci tabur o zaman, Harbiye mektebinin muvaffakiyetini gösteren şayan-ı zikir (anmaya yaraşır) bir taburdu. Talim ve terbiyesine çok gayret göstermiş, pek itina eylemiştim (Kâzım Paşa taburdaki muvaffakiyetle şimdi bile iftihar duruyor ve bir sözü arasında anlattı ki, Harbiye mektebi talebeliğinde, sınıfında en mümtaz olanlardanmış paşa.). 92 Muharebesi daha başlamamıştı. Amma, başlamak üzereydi. Sevkiyat yapılıyordu, İzmir’de ben de istida ettim (dilekçe verdim). Müsteşar Sait Efendi vardı o zamanlar. Allah rahmet eylesin. Ona dedim ki: ‘Harekat-ı askeriye başladı, Vidin’e sevkiyat oluyor. Beni gönderiniz oraya.’. Muvafık (uygun) buldular. Ben kendi yetiştirdiğim taburumla gönderilmemi istedim. Kabul ettiler. Emr-i âlî ile (fermanla) Vidin’e gittim. Sırbiye’de muharebe başladı. Taburum büyük muvaffakiyetler gösterdi. Belgrat’ı zapt ettik. Sırplar teslim oldular. Avdette (dönüşte), Rusya’yla muharebeye tutuştuk. Kumandanımız Gazi Osman Paşa’ydı. Gazi Osman Paşa Vidin’deyken taburumun harekatını tetkik etmiş, çok beğenmiş, tabur binbaşısı olduğum halde beni alay kumandanı yapmıştı.

Plevne Muharebesi denilen muharebeyi kamilen (tamamen) ben yaptım. “Yanık bayır” Muharebesi’nde sırtları zapt ve tahkim ettim. Muharebe tekmil orada oldu. Ne kadar hücum edilse, hepsini defettim.”

İhtiyar kumandan büsbütün heyecanlanmıştı. Her tarafı titriyordu. Gözleri yaşlıydı. Titrek avuçlarının titrek parmaklarını açıp kapamaya uğraşıyordu:

“Plevne’de biz muharebeyi kazandık, kaybetmedik. Musalehayı (barış anlaşmasını) Ruslar istediler. Yılmışlardı. Hem öyle yılmışlardı ki, İslavlığın mahvolmasından bile endişeye başlamışlardı.

Muharebe bitti denildi. Tiber’e yollanıldık. Ruslar ne üniformamı, ne de kılıcımı aldılar.”

İhtiyar kumandan, Yanık Bayır hücumlarından birinde bir de yara almış, onu da şöyle anlatıyor:

“Bereket versin ot yığınını siper etmiştim. Kurşunlar ilkin oraya çarptı. Birisi sekti, göğsüme saplandı. Hücum bitinceye kadar yaralandığımı kimseye duyurmadım.”

İhtiyar asker, Gazi Mustafa Kemal’in karşısındaki hayranlığını anlatırken, en büyük heyecanını duyuyor:

“O harikulade bir kumandandır. Türk tarihinin misline tesadüf etmediği bir adamdır. Asarı (eserleri) meydanda. Yaptığı iş pırlanta gibi ortada duruyor. Müthiş bir kargaşalıkta orduyu eline alıp şu hali kazanmak, milleti kurtarmak kolay şey değildir. Yüzüncü yıl dönümünü idrak eden Harbiye mektebi, dünyayı karşısında hayran bırakan bir Gazi Mustafa Kemal yetiştirdiği için ne kadar iftihar etse, ne kadar gurur duysa yeridir.”

Nazire Hanım söylüyor: Müşir Kâzım Paşa, bazen evlatlarını, torunlarını etrafına toplarmış. “Dua edin” dermiş, “bu büyük adamın, Gazi Mustafa Kemal’in sağlığına dua edin!”.

Müşir Kazım Paşa’nın tercüme-i hali kısaca şu: Paşa 1287 yılında Harbiye mektebinden çıkmış ve altıncı ordunun üçüncü alayı birinci taburu ikinci bölüğe yüzbaşılığına tayin olunmuştur. Bilahare Yemen vali yaverliğinde, serasker yaverliğinde bulunmuş. Muhtelif tarihlerde sırasıyla kolağalığa, binbaşılığa, kaymakamlığa terfi etmiş. 312 senesi 5 Temmuz’unda “uhdesine rütbe-i müşir-i tevcih kılınmış”.

Müşir Kâzım Paşa’nın son vazifeleri: 325 senesi 22 Mart’ında Kosova Valiliği, bilahare İzmir Valiliği.”

Bir Askerin Anıları içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Bir Askerin Anıları 12…Kurtuluş Şavaşı Günlerinde Eşkiya Peşinde, ve Evlilik.

8 Ekimde Samsun’a gidip 12 Ekim’de döndüm. 18 Ekim 1919 gecesi Fatsa’ya gitmem emredildi. Sahile gittik, iki gün motor bekledik. Geceleri çok üşüdük ve nihayet emir gelmeden birliği alıp Çarşamba’ya geldim. 20 Ekim1919 da Terme, Ünye yoluyla Fatsa’ya geldik. Çok hastaydım. Vali Hamit Bey okulu kendine karargah yapmıştı. Kendimi takdim ettiğim zaman “Tümende sen başka subay yok muydu ki seni gönderdiler?” dedi. Hükümet doktorunu çağırttı, “Bu subayı iyice tedavi edeceksin, eğer iyi olur ve takiplerde dolaşabileceğine aklın keserse yanıma gönder, yoksa Alaya iade et” diye emir verdi.

Başöğretmen Abdurrahman Abdi idi, onun ve Süreyya’nın çok yardımlarını gördüm. Hastalığım epeyce geçtiyse de doktor Çarşamba’ ya gitmemi daha uygun gördü.

27 Kasım 1919 yola çıkıp Çarşamba’ya geldim. Bölüğe Yzb. Hadik bey isminde çok muhterem bir zat geldi. Evden yemek getirir beraber yerdik. Çok ricalarıma rağmen çamaşırlarımı evinde yıkattırırdı. Ben talim ve terbiye ile meşgul olurken, Yüzbaşı da yazı işleri ile meşgul olurdu.

Giresunlu olup o sıralarda sazı elinde boş dolaşan bir hafız gelip alaya sığınmıştı. Çok güzel Kuran okur, güzel çalar güzel şarkı söylerdi. Birkaç hafta içinde udi oldu.

9/10 Şubat 1919 günü akşamı Hacı Kamil Efendinin evinde keten helvası yapıldı. Çok güzel olmuştu. 7. Bl. Giresun mıntıka komutanlığı emrine gitmişti. Fakat Bl. K. Ütğm. Mustafa uykucu, utçu, vazifeye düşkün olmayan Musevi bir adamdı. Mıntıka komutanı böyle bir subay benim işime yaramaz diyerek geri gönderiyor. Bu sefer kura bana isabet ediyor. Tümen beni seçerek hemen hareketimi emrediyor. 14 Şubat 1920 Çarşamba’dan Samsun’ a gelip Çarşamba oteline indim. 9 Mart 1920 günü Gülnihal vapuru ile hareket edip 11 Mart günü Giresun’a geldim. 14 Mart’ta da bölüğü teslim aldım.

Bölük mevcudu sürekli artıyordu. Mıntıka Komutanı Giresun Şube Reisi ve Alparslan namıyla ünlü Görele’li Hüseyin Avni Bey idi. Kendisinden herkes çekinirdi. Birçok eşkıya ve kötü adamları bölüğe almakta idi. Bunlar zaten askerlikten kaçan insanlardı. Osman ağa da o vakit başka bir sürü adam toplayıp icraat yapmak istiyor ise de Hüseyin Avni beye karşı gelemiyordu. Hüseyin Avni bey, namuslu, şerefli, bilgili iyi bir asker, kabiliyetli bir komutan, derin görüşlü bir zattı. Giresun ve etrafı mıntıka onun komutası altındaydı.

5 Nisan 1920 günü bir Fransız torpidosu ve yatı Trabzon’dan Giresun’a geldi. Jandarma bölge müfettişi, Jandarma Alay Komutanı vapurdan çıktılardı. Önce Alay komutanı Hüseyin Avni beyin yanına gelmişler. Ben ise yatıyordum. Beni çağırmışlar, kalktım yanlarına gittim. Eski görevlerimi sordular anlattım. Yeni yapılacak işleri anlattılar. Sonra da Jandarma Bnb. olan zat “Bizimle beraber olacak mısın?” diye sorunca, ben de “Evet biz zaten daha önce kongreye katılmışız” dedim. Bnb. bunun üzerine “Yemin isterim” deyince canım sıkıldı “Ben bir kere yemin ettim, erkekçe konuşuyoruz ne demek istiyorsunuz?” diyecekken Hüseyin Avni Bey ”Sen dur oğlum” diyerek binbaşıya şunları söyledi: ”Karşınızda Tümenin en cesur, en iyi ve en kıymetli subaylarından bir subay vardır. Rica ederim fazla ileri gitmeyiniz” diyerek binbaşıyı susturdu.

Bunun üzerine binbaşı tavrını değiştirerek konuşmaya başladı. Gece yarısına kadar devam etti. Bir sürü şeye karar verildi. Avni bey sonunda “Vehbi, bölüğüne tanıdığım bir sürü zorbayı vereceğim. Onlardan sana bir kötülük gelmez. Bilirim sen de iyi idare edersin. Ben her zaman sana yardım edeceğim. İlerde senin işine yarar” dedi. Bölük kuvvetlendi. Talim ve terbiye de ilerliyordu. Erat hep milli kıyafetliydi. Ara sıra edepsizlik yapanlarda epeyce bir dayak ziyafeti alıyorlardı.

Bölükte azılı dört onbaşı vardı. Birisi Hamdi’ydi. Onlar şube reisinin en yakın adamı oldukları gibi benim de sağ kolum idiler. Osman ağa ise bölüğe etki edemediğinden deli oluyordu. Birkaç defa “Erlere izin ver de her vakit gezsinler, ne imiş bu talim? Onlar her şeyi bilirler” diye söylenmiş ama ben aldırmamıştım. “Bir kere bunlar başıbozuk değil askerdirler, asker ise disiplin sahibidir, zamanında gezer” diye cevap verdim ve Avni beye de haber verdim. Bir gece o da şikayet etmeye başlamış. Avni bey ise “Sen ne karışırsın bölüğün işine? Kendi başındaki başı bozuklara meram anlat. Senin aklın ermez, benim de işim Bl. K. nın işine karışmak hakkım değildir, yanlış bir harekette bulunursa onu düzeltmektir. Araya ikilik sokma ve benim işlerime de karışma” diye ihtarda bulunuyor.

20 Nisan 1920 de iki zırhlı ve bir torpidobot geldiler. Karaya çıkmak istediler, erzak alalım dediler. Onu da yapamadılar. Şubenin arkasındaki tepeye çekildik. Sivil kuvvetler de sahilde idiler. Avni bey de önceden hazırlanmış komuta yerindeydi. O gece ben bölükçe…….köşkünde kaldım. Şube katibi Faik ve depo memuru Ütğm. Emin iyi arkadaşlardı. 27 Nisan 1920 gecesi Emin beylere gittik.

19 Mayıs 1920 Ramazanın ilk günü idi, oruç tutmaya başladık. Boş zamanlarımızı ibadetle geçiriyoruz.

1 Haziran 1920 de bölükten 20 kadar er silahları ile beraber, teşvik edilerek firar etmişlerdi. Ben camiden gelince şube reisi beni istedi, yanına gittim. Binbaşı, Osman ağa ve başka kimseler vardı. “Şimdi takibe gideceğiz, çabuk hazırlan. Bölükten istediğin kadar kuvvet al, diğerlerini Emin beyin emrine bırak. Hamdi bey ve diğer arkadaşları beraber getir” diye emir verdi. Gece çıktık. Dört gün dolaşıp beş altısını ele geçirdik, teslim oldukları için bir şey yapmadık. Diğerlerini bulamadık. Görele’ye geçmişlerdi. Bu suretle bazı hareketler yapıyor, talim ve terbiye ile meşgul oluyor, ibadetten geri kalmıyorduk.

17 Haziran 1920 Ramazan ayının son gecesi idi, 18 Haziran Şeker bayramıydı. 22 Haziran günü Giresun’da bir alay kadar kuvvet toplandı. Cepheye gidilecekti. İzin için müracaat ettim. 5 Ağustos’ta takibe gidip, 11 ağustos günü döndük. 25 Ağustos günü Bahr-ı cedit vapuru ile Samsun’a hareketle 26 Ağustos günü Samsuna geldik. 29/30 Haziran gecesi Tümen komutanı ile görüştüm. 4 Eylül’de Çarşamba’ya geldim. 17 Eylül günü sonradan Van valisi olan, Jandarma Yzb. Hamit bey ile takibe çıktım. Ayvacık’a geldik. 17 Eylül günü Töngel köyüne geldik. Cuma günü idi. On kadar köy ihtiyar heyeti geldi, ahali toplandı dualar edildi. Oymak ve kır ağaları tayin edildi, bayraklar verildi. Akşam Yedigöz’e geldik. 18 Eylül günü akşama Töngel’den Karakaya’ya gelip kaldık. 20 Eylül günü Aşağı Muslu ve sonra Tuğoğlu köylerine gelip camide kaldık. 21 Eylül günü Kavbaceviz yoluyla Büyüklü’ye geldik, askerler cami ve mektebe, biz eşraftan Hurşit Efendinin evine misafir edildik.

24 Eylül günü Yzb. Sabri bey elli erle bize katıldı. 30 Eylül Yzb. ile birlikte geç vakit merkeze geldik. 4 Ekim 1920 saat 07:30 da hareket, akşam Tatarlı’da Ahmet Efendi’Albay Rasim,nin evinde. 5 Ekim günü 7 de hareketle saat 9 da Büyüklü’ye geldim. 9 Ekim de hareketle Tatarlı, Uşaklı, Karamanlı’dan geçip gece saat 3 de Çarşamba’ya geldik. 18 Ekim Pazartesi günü saat 11 de mıntıka komutanı Hüseyin Avni bey, Tb. K. Hamdi, Alb. Rasim beylerle Osman ağa geldiler. Samsuna gidiyorlar, A.K. , Tb. K. larından kimseler yoktu, ben karşıladım. Avni bey çok hürmet etti, beni tanımayan arkadaşlarına takdim etti. Sonra Yzb. Sabri bey geldi. “Bana müsaade buyurunuz vazifem vardır” diyerek ayrıldım

19 Ekim 1920 sabah 20 erle hareketle Tepealtı, Kaşbaşı, Karagöl, Muhtar Ahmet’in oradan Muslu’ya gelip Hasan’ın evinde kaldım. Birlik toplandı. 23 Ekim gecesi Tepealtı köyünde üç evi bastık, sonrada rahat rahat uyuduk. 24 Ekim günü kaymakam ve Mıntıka Komutanı geldi görüşüp gittiler.

Ben evvelce Kestanepınar’lı Piç Ömer’in köydeki evini verilen emir üzerine teslim olmadığından yakmış ve bütün mallarını askere vermiş ve yedirtmiştim.       İki        gün     sonra Hatib’in    evinde piç Ömer’in gelip teslim olması için dayısı Hatib’i epeyce sıkıştırmıştım. Bunun üzerine Hatib Ömer’e haber gönderiyor. Ömer de “Ben ona teslim olmam belki bir şey yapar, Hamit bey’e teslim olurum” diye haber gönderiyor. Uzatmayalım, Hamit bey geldi. Yalnız olarak Ömer’in yanına gidip teslim aldı, getirdi. Ama yine bana teslim etti. İki gece orada kaldık.

Ömer’i serbest bıraktık. İstediğimiz zaman gelecek, evi yapılacak, bir şey yapmayacaktı. Ayrıldık. Biz aşağıda eşkıyalarla meşgul iken Yozgatlı Ermeni eşkıya Hacı bey Kestanepınar’dan iki çocuk kaçırmış. Fazla para istiyormuş. Ben Muslu’dayken haber verdiler. Hamit bey’e haber gönderdim, geldi tertibat aldık. Kendisi dağdaki mağaranın kuzeyinden ben de takviye edilecek birlikle batıdan mağarayı kuşatıp yakalamak üzere 25 Ekim günü Alan Karadere yoluyla Kestanepınar’a geldik. Yağmur yağıyordu. Hatib’in evinde kaldık. Ömer’i çağırıp yanımız aldık. 27 Ekim günü hareketle Değirmen, Zağarası yoluyla Sakar’a gelip Temel Ağa’ya misafir olduk. 28 Ekim günü Temel Ağanın oradan hareketle İnce Ziya ağanın evine geldik. Kar ve yağmur yağıyordu. O gece orada yattık. 29 Ekim 1920 günü sabah Çamalan köyünden milli müfreze gelecekti onu bekliyorduk. Sabah ne görelim, her yer otuz kırk santim kar ile örtülmüş. Müfrezeden iki süvari geldi. Müfreze komutanı “Kar yağdı ormana ve mağaraya girme imkanı kalmadı, yollar geçit vermez, çünkü patikadan başka yol yoktur.” diye yazılı haber göndermişti.

1 kasım 1920 Pazar günü hareketle akşam Ordu köyüne geldik. Hava çok soğuktu. 2 Kasım günü öğleyin Çarşambaya geldik. 9 Kasım günü Yavaşbey’e, 10 Kasım da Sarı Hasan köyünden Hamit beyin yanına geldim. 12 Kasım da Yeşilköy’den geçerek Kızılot’ta firari evlerini işgal edip geceyi orada geçirdik. 15 Kasım sabah hareket, Çanak da Mehmet çavuşun evinde kaldık. Köy güzel, hava bu gün biraz daha iyice idi. 16 Kasım günü hareket edip karlı tepelerden geçerek akşam Esat Çiftliğine gelip erleri evlere yerleştirip biz de muhtar Rafet ağanın evine gittik. Ünye kazası sınırındaydık. İki okka tütün aldım.

18 Kasım hareketle Kınalık ormanından geçip Lazlar köyüne geldik. Hava çok soğuk ve karlıdır. Arama yaptık. İki tüfek bulduk. Yusuf’un evinde yattık.

19 Kasım Emirhaç’a gelerek eratı mektebe yerleştirip biz de muhtar merhum Reşit ağanın evinde kaldık. 20 Kasım 1920 günü beni değiştirmek için merkezden Musa Kazım Ef. geldi. 7. Bölüğü teslim alacakmışım. Yukarıda yazmış olduğum Giresun’da kurulan 7. Bl. idi. Merkeze gelip 22 Kasımda bölüğü teslim aldım. Namazla da meşgul idim. İyi vakit geçiriyordum Odamı değiştirdim. Gömlek yaptırdım, bir de seccade aldım.

1 Aralık da nöbeti teslim aldım. 2 Aralık Cumartesi günü Samsuna ve 3 Aralık günü Çakallı’ya gelip Refik’in yanında kaldım. 4 Aralık Cumartesi günü Kavak’a gidip bir saat kaldıktan sonra geri dönüp tekrar Çakallı’ya Refik’in yanına döndüm, gece kaldım orada. 5 Aralık Samsun, kışlaya Vehbi’nin yanına geldim. Akşam sinemaya gittik. 6 Aralık günü Çarşamba’ya geldim. 14 Aralık günü mektuplar gelmişti. Cevaplarını yazdım. 16 Aralık, bizim sınıftan Yakup Van geldi. Mak. Tüf. K. olarak, sonradan şehit olmuştur. 17 Aralık Cuma idi, namaza gittim.

20 Aralık Alay Komutanı koğuşları gezdi. Nöbetçi olduğum için etrafı beraber dolaştık. 22 Aralık günü bölükten 50 er ile Çayvar’a geldim, az sonra hareketle Balahor köyüne gelip, köyü batı tarafından sardık. Yunus Ali arkadaşlarından Mevlüt mısır sapı yükleyip giderlerken yanımdaki onbaşının aniden tanımasından ansızın yakalandılar. Diğer taraftan Hamit bey köye ansızın girince İsmail ve Mehmet de kısa bir silahlı çatışma sonucunda yakalandılar. Akşam Gürcüler’de yattık.

23 Aralık Ayvacık’a gelip Keskinoğlu Hüseyin’in evinde, 24 Aralık öğleyin Balahor köyüne geldik. Mehmet’in evini işgal edip oturduk. O gün, bize iyi haberler getiren muhbir geldi. Yerimiz sıcak, odun çok, rahatımız iyi idi.

Gece, 25/26 Aralık günü, şafakla beraber hareket edip birçok evi arayarak pehlivan Ahmet’in evine geldik. Saat 10:00 idi. Tekrar hareketle arama yaparak Kuldere’de Hacı Mustafa Bey’in evine geldik, istirahate geçtik. Sabah, Yağbasan köyünde, 27 Aralık günü bir Rum ve iki Türk evi bastık. Birisini yakaladık, hareketle doğru Balçılı’ya Hacı Ömer’in evine geldik. Kaymakam 17 erle üç asker firarisini yakalamıştı. 28 Aralık Acem köyünden geçtik.

EVLİLİK HAZIRLIKLARI

Akşam geç vakit merkeze geldik, izin emrim gelmişti, onu haber verdiler.

29 Aralık 1920 Hamama gidip hazırlığa başladım. 3 Ocak 1921 de bölüğü Nadir Efendi’ye teslim ettim. 5 Ocak’ta Samsun’a geldim. İstiklal otelinde kaldım. 12 Ocak günü bir tüccar (tüccarın adı Sait ve iyi bir adamdı) ile birlikte bir yaylı tutup ertesi gün, 13 Ocak, Samsun’dan hareket ederek Çakallı’da arkadaşlarla görüşüp, Kavak’a gelip otelde kaldık. 14 Ocak günü Diphan’da Refik ile görüşüp Havza’ya geldik. 15 Ocak, Merzifon’da öğle yemeği yiyip akşam Solacak köyünde handa kaldık. 16 Ocak’da Çorum’a, 17 Ocak da akşam Alaca’ya geldik. 18 Ocak da akşam Yozgat’a geldik, ben eve gittim.

26 Ocak akşam Sarayköyde, 27 Ocak 1921 hareketle akşam Kılıçlar’a, 29 Ocak günü hareketle yolda arabamız devrildi. Çok soğuk vardı, kar da vardı. Nihayet akşam asi Yozgat hanında kaldık. 30 Ocak 1921 günü hareket ettik, akşama doğru Ankara’ya geldik. Eniştem Rüştü Bey beni karşıladı.

31 Ocak 1921 akşam tiyatroya gittik. 1 Şubat da Mithat Hindiye ile ve Hadi İzmir ile görüştüm. 4 Şubat 1921 günü Kur. Yrb. Salih beyi gördük, ilmühaberimi aldım. 12 Şubat günü Salih bey bize, davetimize geldi. 20 Şubat akşam Şükrü beyin yanına gittim. Handa idi. Oradaki kıtanın hesap memuru idi. Oradan muamelatı zatiye’ye (personel başkanlığına) gidip evrakımı verdim. 24 Şubat günü bordroları yaptırdım, fakat paramı alamadım. Depo taburuna tayin edilmiştim. Sarıkışla’ya gidiyorum. 26 Şubat eve geç geldim. 1 Mart 1921’de de parayı alamadım, kışlaya gittim. 6. Günü parayı aldım. 7 Mart günü Salih beyi gördüm. 8 Mart Sakıp’ı gördüm. Hepsi olur dediler.

9 Mart 1921 eniştem Şükrü bey Yozgat’a gitti. 10/11 Mart 1921 gece nikah düğünümüz oldu. Salih bey de bulundu. O gece şartı olarak önce ben içtim, Hayriye’ye de içirdim.

Dedem Vehbi Aytimur ve babannem Hayriye Aytimur. Dedemi hiç görmedim, babannemi ise hayal meyal anımsarım

YÜZBAŞI RÜTBESİNE YÜKSELME

Teftişler de başladı. Nihayet 19 Mart 1921’ de Alay gitti. Ben ve Vasfi yeni depo alayına tayin edildik, kaldık. Bu kalış ömrümde bir kere nasip olan bir iltimas idi. Halbuki o vakit ordu dairesi başkanı olan Kur. Yrb. Sezai Bey Vasfi ile beni not ederek yeni kurulacak alayda bırakmak istiyormuş. İkisi de bir araya gelince benim işler de oluvermiştir.

21 Mart 1921 tayin ile nakledildiğim tabura gittim. 2. Bölüğe tayin edildim, 4. Bölüğe de bakıyorum. 28 Mart 1921 günü çadırlara çıktık. Kışla hastane oldu. İkinci tabur da kurulmaya başladı. 6. Bölüğe de bakıyorum. 31 Mart 1921 günü Takım Subayı geldi, Muammer yeni subaylardan çalışkan bir arkadaştır. 5 Nisan 1921 günü 600 er cepheye gitmek üzere sevk edildi. 12 Nisan da Yozgatlı Bnb. Nusret bey  ile gidip Merkez Hastanesinde ziyaret ettik. 14 Nisan da Rüştü bey Karahisar’a gitti. 17 Nisanda sicil ve dilekçelerimiz gitti.

21 Nisan günü Afganistan büyükelçisi geldi. 23 Nisan 1921 Büyük Millet Meclisinin sene-i devriyesi (kuruluş yıl dönümü) olduğundan nutuklar söylendi merasim yapıldı. Bir kız çocuğu şiir okurken ağladı ve herkesi de ağlattı. Havalar güzeldi, talimler devam ediyordu.

8 Haziran 1921 bu gün Ramazanın birinci günüdür. 11 Haziran da Keçiören bağlarında tuttuğumuz eve taşındık. 18 Temmuz Muhsine ablam ve Lütfiye Akşehir’e eniştemin yanına gittiler.

24 Haziran1921 günü Alay Komutanı tarafından 1 Mart 1921 den itibaren yüzbaşılığa terfi ettiğim bildirildi. Devamlı çalışıyorduk. Eratı yetiştirmek için ne lazımsa yapıyorduk. Bazı günler eve de geç geliyordum Yağmur yağıyordu. Zaten Ankara’nın kırkikindi yağmurları meşhurdur (Kırkikindi, Anadolu’da kış ve yaz başlarında genelde öğleden sonra, ikindi saatlerinde görülen konveksiyonel yağışlara halk arasında verilen isimdir.) Bir gün akşam üzeri eve geliyordum. Yağmur yağıyordu. Ufak bir dereden süratle akan sudan geçemedim. Cesaretim oldukça kırılmıştı. Kendi kendime, dört metre uzunluk atlayan adam şu ufak bir dereyi bile geçemiyor diye söylendim ve nihayet atladım geçtim.

Bütün arkadaşlar yorulmak bilmez bir gayretle çalışır, istirahat zamanlarında bir araya toplanır, hoş vakitler geçirirdik. Alay Komutanımız Bnb. Rasim Bey çok kıymetli, insan çalıştırmasını iyi bilir, kudretli, zeki bir komutandı. Onun tatlı sözleri, güler yüzü bizi daima şevke getirir, coştururdu. Haftada bir gün Ankara’ya gidip ev için ihtiyaçlarımı alıyordum. Bağda ailece iyi vakit geçiriyorduk. Üzüm ve meyve boldu, komşularımız iyiydi.

Bir gün Kenfiri’ye (Çankırı) hareket emri geldi. Hazırlık başladı. 15 Haziran günü Kenfiri’ye geldik. Hareketimiz o kadar güzeldi ki, aileler, ağırlıklar hep birden ve iki grup halinde hareket edilmişti. Yolculuk çok iyi geçti. Kenfiri de kışlaya yerleşmek üzere yanın da çadırlar kuruldu. Ailesi olanlar ise birer ev tuttular. Ben de çarşı içinde güzel bir ev tutup yerleştim. Kışla biraz harap olduğundan hemen tamirat başladı. Kısa zamanda bitirilerek yerleşildi. Burada 3.Taburun kurulması emredildi.

ALAYIN ÇALIŞMA ŞEKLİ

Çok subay geliyor ve bir taraftan da talim ve terbiye ile uğraşılıyordu. Bölüklerde 7 şer subay olmuştu. Bunlar hep birer kısım üzerinde çalışıyor ve bütün alay bir elden idare edilerek, hiç bir subay kendiliğinden bir şey öğretmez, hangi subayın yanına gitseniz aynı ifadeyi aynı tarifi duyarsınız.

Çalışma şekli şöyleydi:

Alay Komutanı: atış öğretmeni. Her bölüğe bir subay düşmek üzere on iki subay, on iki çavuş ve on iki onbaşıya sabah taliminde bizzat kendisi öğretir, not ettirir, yaptırır. Öğleden sonra her bölükten aldığı sekiz kişiye sabah öğrettiklerini talim ettirir.

Tabur komutanları: nezaretçi. A.K. Muavini ve her Tb. K. nı kendi bölüklerini sürekli kontrol eder, yanlışlarını düzeltir ve özellikle atış öğretmenleri ile beraber teşvik ve tavsiyelerle talim ve terbiyenin iyi ve doğru bir şekilde yapılmasını temin ederler.

Bölük Komutanları: program gereğince harekatın en iyi şekilde yapılmasını temin ederler. Alt kadrosundaki subayların yanlış veya hatalı bir hareketlerini gördüklerinde hemen doğrusunu söyleyerek devam ettirirler.

Alay bir makine gibi işliyordu. Bir taraftan da atış malzemeleri yapılıyor, bir ay kadar çalıştık. Atış malzemesi, 3. Tabur kuruldu. Bölükler ayrıldı. Atış öğretmenleri yine A.K. nezaretinde çalışma yürütürdü. Gece talimi olarak ufak yürüyüşler vs yapılıyordu. Alay subayları çoğu genç ve yeni talimgahdan çıkmış olup, Tabur ve bölük komutanları ise harp görmüş eski subaylardı. Doktorumuz Bnb. Baba Memduh çok kıymetli, alay hesap memuru ise eski bahriye hesap memurlarından birisiydi. İstanbullu olup kendine göre pek güzel ut çalar ve okurdu.

Bir Perşembe günüydü. A.K.nın emriyle içtima salonunda toplanıldı. Bu ilk toplantıydı. Bize, “Arkadaşlar çok çalışıyor ve yoruluyorsunuz. Haftada bir kere dinlenmek lazım. Yarın Cumadır. Topluca ve aileler de olmak üzere gezmeye gitmemizi istiyorum. Fikirleriniz söyleyiniz” dedi. Müzakere edildi. Neticede karar verildi. Tayin edilen komisyon hemen işe başladı, her şey hazırlandı. Yemekleri tabldot yapacak ve her şeyi orası temin edecekti. Sabah erkenden A.K.nın bir gün evvelden gittiği, Kenfiri’nin o güzel bahçelerinden birine gidildi. Akşam geç vakte kadar eğlenildi, neşeli vakit geçirildi, dönüldü. Artık bu eğlence devam ediyordu.

O vakitler çoğu subaylar İstanbul’dan Ankara’ya, İnebolu – Kastamonu yolu ile geçiyorlardı. Bir gün benim eski tabur, 38. Alay, 2. Tabur komutanım Bnb. Hüseyin Bey de geçiyordu. Kışlaya geldi, görüştük.

Beni okşadı, sevdi. Eskiden olmuş olaylardan bana bahsettirip alay arkadaşlarıma da dinletti. “Bu arkadaş çok cesur, kıymetli subaydır. Siz de öyle olunuz. Alay Komutanına da takdim ederek, bahtiyarsınız böyle subaylar sizde bulunuyor” dedi. Kendisine gereken hürmet ve ikramda bulunduk. Ellerini öptüm ayrıldı gitti. Kim bilir şimdi nerededir, öldüyse Hak rahmet eylesin.

DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ

Bir gün yine Cuma günü gezmeye gitmiştik. Akşam aileler gittiler. Biz de topluca konuşarak ağır ağır yürüyorduk. Bir yere geldik. Alay Komutanı hepimizi durdurup haydi bir sürpriz yapalım, manga kolu olunuz dedi Olduk. Kendisi komut verdi. Muntazam yürümeye ve Dağ başını duman almış marşını söylemeye başladık. Tabii kalabalık bir kıta, sesler gür, ortalık çınlamaya başladı. Duyanlar asker geliyor diye yol kenarına koşmuş, cadde üzeri dolmuş, hele çay kenarındaki memur gazinosu memur haricinde hınca hınç dolmuştu.

Kaymakam bey de oradaymış Bizim bu şeklide gelerek tam gazino yanında A.K. nın komutu ile durup, arkadaşlar serbestsiniz diye emrini işiten Kaymakam ve memurlar: “Beyefendi imkanı yok, hiçbir arkadaş gidemez, hep beraber oturup çay içeceğiz ve biz de sizin şu neşeniz ile neşelenelim” diye ricada bulundular. Tabii olarak hep beraber oturduk. Ben o günü hiç unutamam. Birlik, beraberlik, işte o gün gece yarısına kadar devam eden samimi konuşmalarla daha sıkı bir şekilde bağlandı ve Çankırı o gece bir bayram gecesi yaşadı.

Bir Askerin Anıları içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 5 Yorum